Soner Yüksel: “Koca Bir Ülke Yaşama Hevesini Kaybetti”
Gazeteci ve sunucu Soner Yüksel ile tanıştığımda 20 yaşındaydım. O yıllarda bana çaylak bile denemezdi; yeni mezun, sadece eli yüzü düzgün diye ekran önüne layık görülmüş, ne yaptığını yolun başında öğrenmeye çalışan bir kızdım. Soner abi ise Ana Haber’i sırtlanmış, televizyonun tüm yükünü çeken isimdi. O dönem “Halkın Gündemi” diye sokak röportajlarından oluşan bir programım vardı. Patron, “300 kişinin altına düşersen kovulursun” dediğinde bunun bir şaka olduğunu sanmıştım ama değildi. Tek tek kaç kişiyle röportaj yaptığımı saydıkları günler oldu.
Günde 300 kişi…
Bir de mikrofonu reddedenler, yüzünü çevirip gidenler var. Hafta içi her gün. Şimdi yeni muhabirler 5 kişiye sorunca yoruluyor ya da zor geliyor, o zaman hakkım yenmiş gibi hissediyorum. Ya ben ne yapsaydım?
Ah her neyse..
Üstüne hafta sonu üç özel haber zorunluluğu, kanala gelip haber yazımı, perfore hazırlıkları… Soner abi o günleri çok iyi bilir; beni idare ettiği, kolladığı, yol gösterdiği çok zaman oldu.
Seslendirme odasında hakkını yiyemem bana işi gerçekten öğreten de oydu. Bir haber nasıl yazılır, nasıl okunur, gazete diliyle televizyon dili neden aynı değildir… Bunları yaşayarak anlattı.
O yüzden bu satırlarda ona bir teşekkür borcum var. Çok disiplinli çalışırdık. Bazen kendi kendime “Gerek var mıydı bu kadarına?” diye soruyorum ama bugün dürüst olmak gerekirse şunu da kabul ediyorum, o sıkı denetim, o baskı, bazılarının mobbingleri, o tempolu günler olmasaydı belki de şu an burada olup bu satırları yazamayacaktım. Yıllar geçti, yaşım 33 oluyor. Kurumlar değişti ama sektör aynı kaldı. Ve ne zaman bir yerde karşılaşsak, içimdeki o 20 yaşındaki kız hâlâ gözlerinin içine bakıyor. Çünkü bazı insanlar, insanın meslek yolculuğunda hep öğretmen olarak kalıyor.
Geçenlerde X hesabımda dolaşırken Soner Abiye denk geldim. Şöyle bir paylaşım yapmış:
“Aralık ayındayız…
2026’ya dair kimse heyecan duymuyor.
Dilekler eskisi gibi hevesli değil.
‘Zam’ gelecek diye heyecanlanan yok.
Piyangodan medet uman bile kalmadı.
Adeta koca bir ülke yaşama hevesini kaybetti…”
Bunu görünce dayanamadım, hemen altına “Ben artık sadece yeni yıla girebilmeyi temenni ediyorum” yazdım.
Gülüştük…
Ama gülüşümüz bile yorgun. Çünkü Soner Abi öyle bir analiz etmiş ki, itiraz edecek yer yok.
Hakikaten hiçbirimizin hiçbir şeye hevesi kalmadı.
Geçen kuzenimle konuşuyorum “Emine hiçbir şey yapasım gelmiyor. Eskiden bir heyecan olurdu, şimdi olsa da olur olmasa da…” dedi.
Bu yıl kime sorsam üstünden tır geçmiş gibi. Hepimizde bir ölü toprağı, bir isteksizlik…
Neden böyle olduk?
Düşünsenize, 2025’e girerken nasıl umutluyduk.
Masanın altında üzüm bile yedik.
Ritüeller tam takım…
Sonuç?
Ben şimdi 2026’nın sabahına gözümü açabilmiş miyim ona bakacağım.
Babam her zaman yılbaşı bileti alırdı, bu sene “aman” diyoruz.
Normalde “belki talih güler” diye bir umut olurdu ya…
Şimdi talih bile bize küsmüş gibi.
Geçen eski iş yerimdeki arkadaşımla görüntülü konuşuyoruz.
Orada bir golden köpek vardı. Bilirsiniz, goldenların asla mutsuz olduğu görülmez.
Hep kuyruk sallayan, sürekli neşeli, dünyaya pembe gözlükle bakan hayvanlardır.
Yemin ederim hayvan bile mutsuzdu!
Koca golden neşesini kaybetmiş…
Bana baktı, sanki gözleriyle “Emine vallahi bu yıl ben de pes ettim” dedi.
Golden bile mutsuzsa biz kime umut bağlayacağız?
Durumumuz o kadar vahim yani.
Topluca depresyondayız galiba.
Eskiden “ev olsun, araba olsun, aşk olsun, para yağsın…” diye liste yapardık.
Her yeni yıla bir umutla girip, ülkede her şeyin daha da kötü olmasından başka bir şey olduğunu göremedik. Ekonomi yerlerde, işsizlik, parasızlık, geçim derdinden kaynaklı evlerdeki huzursuzluk, o bu şu derken hop bir yıl devrilmiş oluyor ve yeni gelecek yıla umutla bakmamız bekleniyor.
Şimdi tek dileğim,
Pijamalarımla 31 Aralık 2025’ten 1 Ocak 2026’ya sağ salim geçebilmek.
Gerçekten, tek makul dileğim budur.
Sevgilerimle…