Yılbaşı mı, Masa Altı mı: Yeni Yıla Giriş Rehberi

YAYINLAMA:

Merhaba sevgili okur, 

Yılın en uzun gecesini geride bıraktık.

Sabah uyandım, perdeleri açtım, baktım… Dünya yerinde. Güneş görevini yapıyor. Çay hâlâ sıcak. Yani evren, dramatik bir geçiş sahnesi hazırlamamış. Oysa insan bekliyor. En azından bir “tebrikler” mesajı, bir konfeti falan…

Ama yok. 21 Aralık bitmiş, en uzun gece geçmiş. Artık günler uzuyormuş. Bunu bilmek güzel. Hatta insana umut da veriyor. Ama umut dediğin şey sabah 08.30’da otobüste ayakta kalınca biraz sarsılıyor.

Yağmur yağıyordu bu sabah. Toprak mis gibi kokuyordu. “İşte” dedim, “bereket, şifa, yenilenme.” Tam bu ruh hâliyle mutfağa girdim, kahve bittiğini fark ettim. Hayatın spiritüel denge anlayışı bu kadar.

Bir de yılbaşı geliyor tabii. Gelmekle kalmıyor, resmen koşarak geliyor. Her yer ışık, her yer çam ağacı. Sosyal medyada herkes “yeni yıla hazırız” pozunda. Hazır olmayan bir tek biziz gibi. İnsan ister istemez soruyor: Neye hazırız?

Evlerde hummalı bir süsleme faaliyeti. Ağaçlar giydiriliyor, salonlar parlıyor. Oysa zaman darmadağın. Günler birbirine karışmış, haftalar “ben bu ayın neresindeyim” diye soruyor. Ama olsun, salonda ışık var. 

Bu da demek oluyor ki; mantık bir süreliğine askıya alınıyor. Herkesin ciddi ciddi inandığı ritüeller devreye giriyor. Mesela… masa altında 12 üzüm yemek.

Evet, yanlış duymadınız. Yeni yıl girerken, masa altına girip 12 üzüm yiyeceksin. Her üzüm bir ay. Dilek tutuluyor. Hayaller kuruluyor. Dizler uyuşuyor.

Sormak lazım: Biz bunu neden yapıyoruz?

Bir yıl boyunca plan yapamayan insan, 12 üzümü 12 saniyede yutunca hayatının rayına oturacağına inanıyor. Üstelik kimse masanın altına neden girildiğini bilmiyor. Masa üstünde olmuyor mu? Hayır. Altı şart. Evren sinyali oradan alıyor belli ki.

Bir de işin organizasyon kısmı var. Saat 23.59’da masa altında üzüm yemeye çalışan bir yetişkin düşünün. Elinde tabak, kafasında “çekirdeği yutsam mı” stresi, üst katta komşu halay çekiyor. Bu anın adı: Yeni yıl umudu.

Aynı gecede başka ritüeller de var tabii. Nar patlatanlar, kapıdan içeri para atanlar, kırmızı çamaşır meselesine hiç girmiyorum… Koca bir yılın kaderi, tekstil ve manav sektörüne bağlanmış durumda.

Oysa daha dün. “Şifa, bereket, umut” diye uyandık. Bugün geldik, masa altındayız. Hayatın geçişleri çok hızlı.

Zaten modern çağda her şey böyle çözülüyor.

Yeni yıl planları da başladı:

“Bu yıl kendime daha çok zaman ayıracağım.”

“Hareket edeceğim.”

“Az kafaya takacağım.”

Hepsi çok güzel. Sadece bu cümleleri söyleyen kişiyle, ocak ayının ikinci haftasında aynı kişi miyiz, orası muamma.

Yılbaşı masaları şimdiden hayal ediliyor. Kim kimin evine gidecek, kim “bu sene sakin” deyip yine kalabalıkta bulacak kendini. Herkesin içinde gizli bir beklenti var: Sanki saat 00.00’da bir şey olacak. Bir düzelme. Bir aydınlanma. Bir “artık tamam”.

Oysa en büyük gerçek şu: Saat 00.01’de biz yine biz olacağız. Aynı düşünceler, aynı yarım kalan işler, aynı “pazartesiden sonra bakarız”lar. Ama belki biraz daha ışıkla. Biraz daha uzun günlerle.

En uzun gece geçti. Bu önemli. Çünkü karanlığın daha fazlası yok artık. Artmayacak. Azalacak. Belki yavaş yavaş, belki fark etmeden ama azalacak. Hayatta da bazen tek iyi haber budur: Daha kötüsü yok.

Şimdi ne yapıyoruz?

Çok büyük şeyler yapmıyoruz.

Bir kahve koyuyoruz.

Bir ağacı süslüyoruz.

Biraz gülüyoruz.

Yeni yıldan beklentiler büyük. Hayatın kendisi hâlâ karışık. Ama olsun. Bir ritüelimiz, bir kahkahamız, bir “seneye artık” cümlemiz var.

Ben şimdi masa altından çıkıyorum.

Üzümler bitti.

Dizlerim biraz tutuldu ama umut yerinde.

Hoş gel 2026! 

Haftaya görüşürüz... 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *