18 MART: ÇANAKKALE’NİN SESSİZ KAHRAMANLARI VE DERİNLERE GÖMÜLEN AŞK

YAYINLAMA:
yazar
Kurumsal İletişim ve Haber Müdürü
Tüm Yazıları

Mart ayının soğuk rüzgârları, Çanakkale Boğazı’nda esen o sert fırtınaları hatırlatır bana. Dalgalar hırçın, hava puslu, deniz sanki bir şeyler fısıldar gibi... Toprağın derinliklerinde yatan binlerce vatan evladının sessiz duaları yükselir gökyüzüne. Bugün, 18 Mart. Bugün, Çanakkale’nin geçilemeyeceğini tüm dünyaya ilan eden kahramanların günü.
Onlar, daha çocuktu çoğu. Henüz bıyıkları terlememiş delikanlılar… Kimi üniversite sıralarından, kimi köyünde bıraktığı yaşlı anasının dizinin dibinden kopup gelmişti cepheye. Üzerlerinde yamalı elbiseler, gözlerinde memleket özlemi, yüreklerinde kocaman bir sevda vardı: vatan.
Çanakkale’de mermiler havada çarpıştı, açlık ve susuzluk kemikleri titretti. Mehmetçik, soğuğa, hastalığa, düşmanın ağır toplarına rağmen bir an bile tereddüt etmedi. Çünkü burada savaşanlar yalnızca bir düşmana karşı değil, insanlığın sınırlarını zorlayan bir imtihana karşı da direniyordu. O cehennemin ortasında bile düşmanına su veren, yaralı askeri sırtında taşıyan yürekler vardı. Çünkü bu topraklarda savaşanlar sadece vatanları için değil, insanlığın onuru için de savaşıyorlardı.
Ama Çanakkale’nin suları yalnızca o yılların kahramanlarını değil, yıllar sonra bir başka destanı da sakladı bağrında. Bir aşkın, bir vedanın ve hiç söylenemeyen son sözlerin hikâyesini…
1953 yılının 4 Nisan gecesi, Dumlupınar denizaltısı Gelibolu açıklarında sulara gömüldü. Sessiz ve soğuktu gece. Deniz, içinde taşıdığı sırları bir kez daha bağrına bastı. İsveç bandıralı Naboland şilebiyle çarpışan denizaltı, birkaç saniye içinde denizin karanlık kollarına bırakmıştı kendini. İçeride 81 can vardı. Bunlardan 22’si, arka bölümdeki torpido dairesine sığınmayı başarmıştı. Şamandıralı telefon hattı ile yukarıyla iletişim kuruldu. Tüm Türkiye, nefesini tutmuş bu kahramanları kurtarmak için seferber olmuştu.
Ama zaman acımasızdı. Saatler geçti, kurtarma çalışmaları umutsuz bir sessizliğe büründü. Oksijen hızla tükeniyordu. Ve en sonunda yukarıdan, hayatlarının belki de en acı ama en özgür cümlesi duyuldu:
“Konuşabilirsiniz. Şarkı söyleyebilirsiniz. Hatta sigara bile içebilirsiniz.”
İşte o an, bütün Türkiye, Dumlupınar’ın içinde tevekkülle ölüme yürüyen o kahramanların hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi. Karanlıkta, denizin metrelerce altında bir ışık gibi yanan yürekler, son nefeslerini verirken bile vatan toprağını düşünüyor, sevdiklerine bir çift söz bırakabilmenin hayalini kuruyordu.
Ama Dumlupınar’ın içinde denizin karanlığına gömülen yalnızca 81 can değildi. Bir aşk da sessizce soluyordu.
Bir deniz subayı ve Gelibolulu bir kız… Hayatları, Çanakkale’nin derin sularına yazılmış bir sevda hikâyesiydi. Oğlan, mezun olduğu gün sevdiğine bir kutu vermişti. İçinde bir Mors alfabesi kitabı ve bir el feneri vardı. Kız şaşkındı.
“Bu ne?” diye sorduğunda, oğlan gülümseyerek cevap vermişti:
“Ben görevdeyken Çanakkale Boğazı’ndan geçeceğim. Telefon edemem ama sen bunu öğren. Fenerle bana ne söylemek istersen ışıklarla anlat.”
Ve kız, geceler boyu çarşafın altında, ailesine fark ettirmeden Mors alfabesini çalıştı. Sonunda beklenen gün geldi. Denizaltının boğazdan geçeceği saat belli olmuştu. Kız, penceresinin önünde heyecanla bekliyordu. Ve nihayet, sevdiğinin olduğu denizaltı uzaklardan göründü. Kız, titreyen elleriyle feneri aldı, uzun-kısa ışıklarla mesajını yazmaya başladı:
“Seni seviyorum.”
Güvertedeki askerler şaşkındı. Komutan geldi, mesajı okudu.
“Bu mesaj kime?” diye sordu. Oğlan sessizce öne çıktı. Elinde bir fener vardı. Komutan gülümsedi.
“El feneriyle değil, projektörle yaz. Öyle güçlü cevap ver ki, Gelibolu’nun gecesi senin sevdanla aydınlansın!” dedi.
O gece, Gelibolu’nun karanlığında bir ışık yanıp söndü:
“Ben de seni…”
Ama o genç bahriyeli, sevdiğine son kez yanıt verdiğini bilmiyordu. Birkaç hafta sonra, o büyük kaza yaşandı. Dumlupınar, Gelibolu açıklarında battı.
Kız, penceresinin önünde fenerini almış, ilk denizaltıyı bekliyordu. Ama bilmeden, yanlış gemiye mesaj gönderdi.
Komutan, durumun farkındaydı. İçindeki acıya rağmen, kızın sevdiğinin asla dönemeyeceğini bile bile ışıkları yaktırdı:
“Ben de seni…”
O gece kız, sevdiğinin yanıtını aldığına inanarak rahatça uyudu. Sabah, acı haberi aldığında ise sevdiği adam çoktan denizin derinliklerinde sonsuz uykusuna dalmıştı.
Dumlupınar’ın şamandırasındaki son ses kaydı, tarihe acıyla kazındı:
“Vatan sağ olsun…”
Bugün, 18 Mart. Bugün, Çanakkale’nin geçilemeyeceğini tüm dünyaya ilan eden kahramanların günü. Ve bugün, denizin derinliklerinde yitip giden aşkların da günü. Çanakkale’de toprağa düşen askerler gibi, Dumlupınar’ın içinde son nefesini veren bahriyeliler de aynı ruhla, aynı inançla gittiler ölüme.
Onlar, yalnızca bir savaşın ya da bir kazanmanın kahramanları değil… Onlar, vatan toprağının ve aşkın en sessiz şahitleri.
Şimdi, başımızı eğelim, gözlerimizi kapatalım ve derin bir sessizlik içinde o aziz ruhlara bir Fatiha gönderelim.
Çanakkale’yi geçilmez kılanların, Dumlupınar’ı ölümsüzleştirenlerin ruhları şad olsun…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *