Hayatın İçinde Bir Hafta

Bütün hafta boyunca kalem elimden düşmedi sanıyorsunuz belki ama inanın ki içimden bir gram yazı yazmak gelmedi. Bazen kabuğuma çekilmek, dünyayı dışarıdan izlemek istiyorum. “Ne yazsam?” diye düşünürken, kendimi bir firmanın ziyaretinde buldum. Sohbet açıldı, konu konuyu açtı ve bir baktım yine “dedikodu” masasındayız.
Ama aslında bu bir dedikodu değil, bilgi aktarımıydı! Çünkü konuşulanların tamamı gerçeğin ta kendisiydi. Adam yıllar önce karısının çocuğu olmadığı için aynı isimde başka bir kadınla imam nikâhı kıyıp çocuk yapmış. Üstelik iki kadın da bu durumu kabullenmiş. Sonra ilk eş tüp bebekle hamile kalmış, diğer kadın da ikinci çocuğu yapmış. Ve şimdi adam her iki eşine de eşit davranıyor, hiçbir isteğini geri çevirmiyormuş. Eskişehirliler şimdi isimden yola çıkar bulur diye burada gerçek isim vermeyeyim, ben kod adı koyuyorum. Kadınları telefonuna mesela örnek bir isimle “Ayşe 1” ve “Ayşe 2” diye kaydetmiş…
İlk duyduğumda bunun bir şaka olduğunu sandım. Ama gerçekti. İster istemez sordum “Peki eşi bunu nasıl kabul etmiş olabilir?” Cevap çok netti “Paranın gücü.”
Heyt be para! Açamadığı kapı yok, yapamayacağı şey yok. İki kadında sınırsız kredi kartı, ev, araba… Böyle olunca sorun da pek büyümüyor haliyle. “Artık hiçbir şeye şaşırmam” dedikçe hayat önüme yepyeni şaşkınlıklar çıkarıyor.
Tam da “ne sakin bir hafta geçiriyorum” diye düşündüğüm anda telefonum çaldı. Basından arkadaşım Özge ile öğle yemeğindeydim. Kuzenim Nilay arıyordu. Meşgule attım. Israrla tekrar aradı. İşte o ikinci çaldığında kalbim kötü bir haberle çarpacağını hissetmişti. Açtığımda ağlamaktan konuşamıyordu. “Anneannem vefat etti” diyebildi sadece…
O an ne konuştuk, nasıl kapattık bilmiyorum. Yemek boğazıma dizildi. Çünkü Nilay’ın anneannesi, benim içinse halamdı. Yıkıldım. Daha 3 Eylül’de Nilay’la konuşurken ona “Cenaze hissediyorum” demiştim. İçime doğan şeyler bazen beni çok korkutuyor.
Bir çınarı toprağa vermenin üzüntüsünü yaşadık hafta sonu. Halam demans hastasıydı… Bazen defalarca yüzümüze bakar “Sen kimsin?” diye sorardı. Biz de sabırla her seferinde kendimizi yeniden tanıtırdık. Ama ne gariptir ki, halam sağlıklıyken ona hediye ettiğim bir eşarp vardı. O sıradan eşarp, hastalığın unutturduğu nice şeyin arasında hiç silinmedi.
Unutkanlığının en ağır anlarında bile, beni hatırladığı zamanlarda o eşarptan bahsederdi. “Emine’nin bana aldığı eşarbı takmak istiyorum” dermiş, beni görmediği günlerde bile. Herkesi, her şeyi unuttu belki ama o eşarbı unutmayışı, bana olan sevgisini anlatan en derin kanıttı. Ben de artık o eşarbı hiç unutamayacağım.
Ah canım halam…
Umarım mekânın cennet olur.
Eskişehir’in serinleyen gecelerinde, üzerime polarımı alıp elimde kahvemle gökyüzüne baktım. Ve yine aynı yere geldim. Hayat dediğimiz şey, bunca hengâmede aslında ne kadar da boş.
Sevdiğimiz insanlara sevgimizi söylemek için neden bekliyoruz? Yarın çok geç olabilir.
O yüzden ben şimdi söylüyorum,
Sizi seviyorum.