YAŞ ALANLARDAN ÖĞRENDİĞİM

Ne güzelmiş bir dönemi yaşamak, zamanların bir özelliği olmak ya da o dönemleri yaşayıp, sonradan belki de özlem dolu bir “ah” çekerek yad edebilmek…
Geçen gün, çoğunluğu hanımlardan oluşan bir grupla sohbet etme fırsatını buldum. Her yaş grubundan hanım vardı; hatta yaşları 90’lara bile varanlar… Her biri ayrı bir yaşanmışlık, her biri ayrı bir hikâye.
Özellikle ilgimi, 90’larına yaklaşmış yaş almış hanımlar çekti. Onların kendileriyle olan barışıklıkları… Başları örtüyle kapalı da olsa, o örtünün altından görünen saçları permalı ve boyalıydı. Yani kendilerini bırakmadan, hayata sımsıkı bağlı halleri beni hayran bıraktı. Kim bilir ne sevinçler, ne acılar yaşamışlardı?
Giyimleri, geçmiş ve bugün arasında bir köprü gibiydi. Giydikleri pantolonlar, eskiden kaldığı ve hatırası olduğu her halinden belli, şık ipekli bluzlarla tamamlanmıştı. Alışık oldukları çizginin dışına çıkmayı ayıp gibi gören bu hanımların, yıllardır taşıdıkları yükün belirtisi olan çıkık damarlı ayakları, pantolonlarına uyumlu füme rengi ince naylon çoraplarla ve kısa topuklu, burnu kapalı deri ayakkabılarla saklanmıştı.
Oturuşlarıyla, konuşmaları ve bilgelikleriyle saygı, hoşgörü ve sevginin kadın fıtratında birleştiği birer abide gibiydiler adeta.
Mesela, şimdi olduğu gibi, hiçbiri birbirine “canım”, “cicim”, “hayatım” diye hitap etmiyordu. Samimiyetleri, keskin bir üslupla sınırlarını belirlemişti. Çünkü her seslenişin arkasında birbirlerine hanımefendiliği yakıştırıyorlardı. Nasıl bir ölçü, nasıl bir özen, bir o kadar da nasıl bir içten samimiyet… İnanılmaz.
Hepsi birbirinin düğününü, doğumunu, torunlarına kadar her şeyini bilerek gelmişler bugünlere üstelik.
Elimde olmadan, şimdiyle ve kendimle kıyasladım o hanımefendi teyzeleri. Ah, nerede! Güvensiz, çıkar doğrultulu, kavgalı, kıskançlıklı, bir küs bir barışık yaşadığımız, dostluk adı altındaki macunsu ilişkiler içimi bulandırdı. Yazık… Neler yapıyoruz böyle kendimize?
Sonra, eski resimler çıkmaya başladı cüzdan arası mini albümlerden. Hani o siyah beyaz, saçların “vag” dalgalı, döpiyeslerin müthiş şık ve ağır olduğu, bildik tarihlerden…
Her birinin yüzünde tebessüm, gözlerinde sevgi, umut vardı. “Bu benim anneannem,” dedi hatta içlerinden biri. Ve yine kıyaslama çarkı dönmeye başladı ruhumda, hüsranla. Çocuklarımız ve nasip olursa torunlarımız geldi aklıma. Özellik aradım bizim kuşakta, hatta birkaç kuşak ilerisinde.
Bir kere, gösterebilecekleri bir fotoğrafımız olacak mıydı acaba? Şöyle yılların albüm sarartısını yansıtabilen… Malum, her şeyimiz telefon, bilgisayar, tablet hafızalarında.
Sonra, bize baktıklarında kılık kıyafetlerimizde neler göreceklerdi acaba? Aynı tip çizilmiş ifadesiz kaşlar, taytlar, anlamsız dekolteler ve mantık sınırlarını zorlayan uzunlukta topuklu ayakkabılar mı?
Neler yapıyoruz böyle kendimize? Aklım bulandı bir an. Ne yapsak? Yeniden şık ve özenli giyinme akımı mı başlatsak?
⸻
BU KISIM TÜM ANNELERE…
İster doğursun ister doğurmasın, her kadının ruhu annedir. Korumaya, kollamaya ve anaçlıkla yoğrulmuş bilgeliğe programlanarak doğmuşlardır.
Bir Anneler Günü daha, kucaklattı bizlere annelerimizi, yavrularımızı ve sevdiklerimizi. Kâh kaybettiklerimizle gözlerimiz doldu, kâh şükürle karışık her biri kavuşmanın bir kez daha sevinci oldu.
Tüm iyi dileklerimiz, saygılarımız annelere; ruhunda ana olabilenlere… Dualarımız da ebediyete intikal edenlere… Sevgiyle, sağ salim daha nicelerine…