Cadılar Bayramı: Kökü Bizde Olmayan Bir “Bayramın” Hikayesi

YAYINLAMA:

Dün akşam Tarçın’ı gezdirirken hani şu meraklı Toy Poodle’ım sokakta tuhaf bir kalabalığa denk geldim.geldim. Köpeğin bile dikkatini çekti. Karanlıkta parlayan boyalar, şapkalı “cadılar”, yüzü bembeyaz makyajlı gençler… Bir an yanlış Sokak'ta mı geziyorum veya yanlış yere mi geldim dedim. Meğer “Cadılar Bayramı” kutlamasıymış. Yani başka bir kültürün, başka bir inancın, başka bir tarihin ürünü olan o meşhur Halloween.
Ve o an fark ettim: Yabancı kültürler artık sadece dizilerle, filmlerle değil, sokağımızın köşesine, gençlerimizin kalbine kadar sızmış durumda.

Batı’nın Bayramı Bizim Sokakta Ne Arıyor?

Cadılar Bayramı, Hristiyanlığın erken dönemlerinde pagan geleneklerinden türeyen, sonrasında “All Hallows Eve” olarak anılan bir gelenek. Ruhların dünyaya döndüğüne inanılan bir gece.
Oysa bizim coğrafyamızın inanç sisteminde cadı, ruh çağırma, ölülerin kostümle karşılanması gibi kavramlar yoktur. Bizde ölüyü rahmetle anar, dua eder, mevlit okuruz.
Bir milletin bayramları, o milletin karakterini anlatır. Bizim bayramlarımızda paylaşmak vardır, birlik vardır, sevgi vardır. Ama bu tür kutlamalarda daha çok “kostüm, alkol, gösteriş ve tüketim” ön plandadır.

Medya, Markalar ve “Kültür İthalatı”

Bir başka sorunumuz da bu etkinliklerin “eğlence” adı altında medya ve markalar tarafından pazarlanması. Kafe zincirleri, barlar, AVM’ler, hatta bazı okullar bile “Cadılar Bayramı Partisi” düzenliyor.
Bir bakıma bu da pazarlama stratejilerinin kültürel kimlik üzerindeki gücünü gösteriyor.
Kültürel ithalat artık sadece ürünlerle değil, duygu ve sembollerle yapılıyor. Netflix’te izlediğimiz diziler, sosyal medyada gördüğümüz paylaşımlar, gençlerin bilinçaltına “eğlenmenin yolu bu” mesajını veriyor.

Ama unuttuğumuz şey şu: Bizim kültürümüzde eğlence utanılacak bir şey değildir; ölüyle, karanlıkla, korkuyla değil, yaşamla, dostlukla, türküyle, kahkahayla yaşanır.

Kimlik Kaybının Sessiz Adımları

Kültürel yozlaşma böyle başlar:
Önce “eğlence canım, ne olacak ki?” deriz.
Sonra o “küçük” kutlamalar, kimliğimizin büyük parçalarını törpülemeye başlar.
Dilimizde yabancı kelimeler artar, bayramlarımız “tatil” olur, kutlamalarımız “event”e dönüşür.
Bir millet kendi sembollerini, kendi mizahını, kendi oyunlarını unuttuğunda, artık başkasının hikâyesini yaşamaya başlamış demektir.

Oysa Bizim de Bayramlarımız Var…

Bizim kültürümüzde korku değil, umut vardır.
Bizde cadı değil, Nasreddin Hoca vardır; güldürürken düşündürür.
Bizde balkabağı değil, aşure vardır; onlarca farklı tadın kardeşçe buluştuğu bir kazanda pişer.
Bizde maskeler değil, samimi yüzler vardır.
Kültürel miras dediğimiz şey, sadece geçmişe ait bir hatıra değil; geleceği şekillendiren bir bilinçtir.

Kökü Bizde Olanın Işığı Sönmez

Kültür bir miras değil, bir görevdir.
Gençlerimize sadece “bunları yapmayın” demek yerine, “bizim nelerimiz var”ı göstermemiz gerekir.
Yunus Emre’yi, Karagöz’ü, Hıdırellez’i, Nevruz’u, Kadir Gecesi’ni anlatmamız gerekir.
Çünkü kökünü bilmeyen bir ağaç, hangi rüzgârda devrileceğini bilemez.

Dün akşam yürürken düşündüm:
Belki de mesele, “Cadılar Bayramı kutluyorlar mı?” değil…
Belki de mesele, biz kendi bayramlarımızı ne kadar kutluyoruz?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *