Aşkın Önyargısız Hali: Engelleri Aşan İlişkiler

Merhaba sevgili okur,
Bu köşe yazıma klişe bir “hayat çiçeğe benzer” benzetmesiyle başlamak istemezdim ama mesele tam da o. Çiçek sulanmazsa solar. Gençlik de böyle… Hele ki engelli gençlik, yanlış zamanda ya da eksik destekle karşılaştığında en çok haksızlığı onlar hisseder.
Toplumun engellilik algısı, çoğunlukla “normal” tanımının dar sınırlarına hapsolmuştur. Bu dar çerçevede birey, “sağlıklı” ve “eksiksiz” ölçüde kabul görür. Oysa farklılık, yalnızca biyolojik ya da bedensel bir durum değil; aynı zamanda toplumsal zihniyetin aynasında çoğaltılan bir yargıdır. İşte tam da bu noktada, engelli bireylerin özel hayatları, aşk ilişkileri ya da sosyal varoluş biçimleri, toplumun katı merceği altında sorgulanır. Ne yazık ki bu sorgulama çoğu zaman “merak” maskesiyle, alaycı tavırlarla ya da gereksiz önerilerle gerçekleşir.
Hadi gelin biraz dürüst olalım: Bir engelli birey ile sağlıklı bireyin sevgili olması hâlâ toplumun çoğu için “şaşkınlık verici olaylar” kategorisinde. Sanki aşkın fizik kuralları var da, “iki eşit boy, iki eşit bacak, simetrik diş yapısı” olmadan devreye giremiyor. Yolda yan yana yürüyen böyle bir çifte rastladıklarında, gözleri fal taşı gibi açılıyor:
Bir kafede oturan iki sevgiliyi düşünün. Kadın uzun boylu, erkek cüce. Yan masada oturanların gözleri hemen açılıyor: “Aaa, nasıl olur?”
Sanki aşkın giriş kapısında boy ölçer cihaz var. “1.50’nin altında sevgili olamazsın, lütfen sıradakiler.”
Hâlbuki masada kahkahalar var, kahve köpüğüyle yapılan küçük kalpler var. Ama yan masadakiler için mesele hâlâ sadece “boy”. Aşk metreyle ölçülmez kardeşim!
Bir başka sahne: Görme engelli bir genç, sevgilisiyle el ele yürüyor. Çevreden fısıltılar yükseliyor: “Yazık kıza, bu çocuğa bakıyor…”
Yazık mı? Asıl yazık, insanların bakış açısına. Çünkü çocuk belki gitar çalıyor, belki üç dil biliyor, belki sadece çok güzel gülüyor. Ama toplumun görmek istediği tek şey, bastonu.
Sosyolojik açıdan burada “etiketleme teorisi” devreye giriyor: İnsanları tek bir özelliğiyle tanımlamak. Adam gözleriyle değil, kalbiyle görüyor olabilir mi?
Benim en çok güldüğüm şey ise bu çiftlere verilen “cesaret ödülü” havası. “Helal olsun kızım, sen de engelli birini sevecek kadar yüce gönüllüsün!”
Sanki sevgi, gönüllülük esasına göre çalışan bir yardım kuruluşu...
Burada işin ironik tarafı şu ki, aynı ön yargıyı hayvanlar üzerinde bile görmek mümkün. Mesela benim köpeğim, adı Nota... Sol ön bacağı yok. İnsanların çoğu ilk gördüğünde dramatik bir sessizlik çöküyor, ardından klasik soru geliyor:
“Protez yaptırsana?”
Ben de açıklıyorum: “Olmuyor, köpeklerde her zaman uyum sağlamıyor.”
Ama yok, ikna olmuyorlar:
“Olur olur, bizim komşunun kedisine bile yaptılar.”
İçlerinden bazıları işi şakaya vuruyor: “Aa bak Tripot geliyor!” diyorlar.
İşte tam bu noktada içim cız ediyor. Çünkü “tripot” lafı onlar için sadece komik bir kelime ama benim için, sevdiğim bir canlıya yapıştırılmış eksiltici bir etiket.
Aslında mesele çok basit: İnsanlar “aynı” olanı sever, “farklı” olana ise şaşırır. Oysa farklılık, hayatın en doğal hâlidir. Ama toplum, engelliliği hâlâ bir “eksiklik” olarak görürken, sağlıklı bireyle kurulacak bir ilişkinin de “dengesiz” olacağına inanıyor. Köpeğe “tripot” diyenle engelli bireyin sevgilisine “yüce gönüllüsün” diyen arasında fark yok aslında; ikisi de aynı zihniyetin ürünüdür: Farklı olanı kategorize etmek.
Birini sevmek için onun boyuna, kilosuna, koluna bacağına bakılmaz. Hele ki köpeğimin protezi yok diye ben daha az sevmiyorum onu. O hâlâ benim için dünyanın en hızlı, en komik, en mutlu canlısı. Ve işin ironisi, tek bacak eksikliğiyle bile çoğu insandan daha sağlam bir kalbi var.
Kısacası, ister insan ister hayvan olsun, mesele üç bacakla koşmakta değil; dört başı mamur bir sevgiyle yaşamakta.
Eksiklik dediğimiz şey, aslında hayatın kendisidir. Hiçbirimiz tamamlanmış değiliz, hepimiz biraz eksik, biraz yarım, biraz yamalıyız. Ama sevgi, işte tam da o boşlukları dolduran şeydir. Belki de aşk, eksiklerin birbirini tamamlamasıdır. Ve sevgili okur, işte bu yüzden engelliliği eksiklik sayan yanılıyor; çünkü asıl eksiklik, sevgisiz kalmaktır.
Sevgi yardım değildir. Sevgi lütuf değildir. Sevgi kahramanlık değildir.
Sevgi, eşitliktir!
Birini sevmek, onun boyuna, koluna, gözlerine değil; kalbine bakmaktır.
Ve buradan söylüyorum: Engel, asla kalpte değildir.
Engel, sevgiyi küçümseyen zihindedir. Haftaya görüşürüz; kalplerin eşitlendiği , engellerin kalktığı bir dünyada buluşmak dileğiyle.