Kadının Kaçış Hikayesi ve TV Programları

Gündüz kuşağı televizyon programlarında sık rastlanılan hikayeler: “3 çocuğunu bırakıp TikTok’ta tanıştığı adamla kaçan kadın, ailesini terk eden genç kız, stüdyoda “geri dön” çağrısı yapan anne-baba… İlk bakışta çok uç ve sansasyonel bir olay gibi sunulan bu sahneler aslında Türk toplumunun farklı katmanlarında giderek yaygınlaşan bir gerçekliğe işaret ediyor. Kadınların bu hikayesi yalnızca bireysel kararlar ya da ahlaki eksiklikler olarak okunmaktadır. Ancak kadının içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların ve gerek eşi gerekse anne-babası tarafından görünür olabilme arzusunun birer yansıması olduğu gerçeği kaçınılmazdır.
Sosyal medya, yeni ilişkiler kurmanın, hayattan kaçmanın ya da kendini var etmenin bir yolu olarak da görülmektedir. Aynı zamanda gerçek yaşantısında görülmeyen, ailesi tarafından önemsenmeyen kadınlar için hem bir sahne hem de bir kaçış rotası olarak kadın bedenini görünürlüğe, hatta izlenmeye değer bir metaya dönüştürür. Bu bağlamda televizyon ekranındaki her kaçış hikayesi bireysel seçimden ve ahlaki sapmadan çok daha fazlasını anlatır. Bu, kadınların evdeki görünmezliğinden TikTok canlı yayınlarında ya da Instagram reels’larında izlenen bir figüre dönüşmesine uzanan beğenilme, keşfedilme, önemsenme arayışına yönelmesinin izidir.
Sosyal medyada görünür hale gelen kadın, yalnızca yüzünü ya da bedenini değil çoğu zaman hikayesini de ifşa ediyor. Dijital performans amacıyla türbanlı bir kadın saçları açık haliyle, şalvarlı bir kadın dans ettiği ana ait görüntüleriyle beğenilen, yorumlanan, tekrar paylaşılan ve hatta zamanla geçim kaynağına dönüşen içerikler üretiyor. Bu görünürlük eşinden göremediği ilgiye, evliliğinde bulamadığı değere, ailesinden alamadığı takdire bir tür telafi alanı sunuyor. Fakat bu his çoğu zaman geçici, kırılgan ve şarta bağlıdır. Kadın ancak evden kaçtığı sürece, eşini cezalandırdığı sürece, geleneksel rollerin dışına taştığı sürece ilgi konusu olur. Oysa mesele “Kadın neden kaçtı?” sorusundan çok “Kadın neden orada kalamadı?” sorusuyla başlıyor.
Bu hikayeleri her gün aynı kalıp içinde sunan gündüz kuşağı televizyon programları, bu toplumsal gerçeğin üzerine düşünmeyi değil, onu normalize etmeye aracılık etmektedir. “Utanma duygusunu yitirmiş, yüzü bile kızarmıyor!” söylemleriyle işlenen bu hikayeler sosyal politikalarda, kadın çalışmaları araştırmalarında ve toplumsal sorumlulukta karşılık bulmalı. En azından annesi evi terk ettiği için “Şimdi kardeşim bana mı anne diyecek?” diye ağlayan çocuklar için…