BİZ KADIN

Hep hayret etmişimdir, bir kadın olarak kadınların birbirleriyle olan ilişkilerine. Mesela, hiçbir erkeğin birbirine "hayatım, canım, cicim, birtanem, aşkım" gibi hitapları yoktur. Tabii, istisnai tercihleri olanlar dışında. Yine hiçbir erkek, akşam yemeğinde ne yediklerini ya da hadi daha ileri gidelim, geceyi nasıl geçirdiğini merak etmez. Çünkü adı üstünde, "özel." Hep bir sınır, hep bir mesafe vardır en koyu erkek muhabbetlerinde bile. Bu yüzden genellikle uzun soluklu, dargınlıklara pek bulaşmayan arkadaşlıkları olur. Güzel mi? Evet, ama böylesi biz kadınları kesmez.
Düşünün bir kere… Özel bir toplantı, düğün gibi bir organizasyon var. Artık zamana göre haftalar, hatta aylar öncesinden başlarız hazırlanmaya. Akıllı telefonlarımız, tabletlerimiz hep elimizin altında ya, abiye modellerinden ayakkabılara, takılardan makyaj tonlarına kadar milyonlarca seçenek arasından birini bulamaz, bocalar ve sonunda kararsızlıktan karar veremez hale geliriz. Of ki of! Sanırsınız Kâinat Güzeli yarışmasına katılıyoruz. Altı üstü birkaç saatlik, masabaşı seyriâlem için günler öncesinden saç ve makyaj provaları yaptırdığımız bile olur. Hele ayakkabılar… Apayrı bir mesele. Vitrinde gördüğümüz sivri burunlu, yüksek ve zarif ökçeli, hadi azıcık da gösterişli derisi olan ayakkabılara ilk denemede resmen âşık olup hemen alırız. O özenle hazırlanılan gecede giyeriz ve gece sonuna kadar kangren olan ayaklarımızı hissetmemeye çalışarak yürümeye devam ederiz. Ama finale doğru, ilk fırsatta, gözü dönmüş bir şekilde ayakkabıları fırlatıp yalınayak gezmez miyiz?
Evlendiğiniz güne dönelim mesela. Aynı hazırlık süreci, gelin için başlar. Damat mı? Rahat. Son ana kadar "Ne giyeyim?" diye sorduğunu bile duymazsınız. Zira onun bunu düşünmesi de gereksizdir. Gelin, kayınvalide, anne, kız kardeş, baldız derken liste uzar da uzar. Oysa damat için sonuçta giyeceği bir ceket ve pantolondur; gerisi teferruattır. Ama biz kadınlar öyle mi? Elimizi illaki değdiririz. Kravatından mendiline, hatta yaka çiçeğine kadar her şeye karışır durur, mükemmeli ararız. Sonuçtan mutluysak da yorulmak mübahtır.
Hemcinslerimizle neden birlikte çalışamadığımızı da düşündünüz mü hiç? Sabah "Günaydın" derken bile baştan aşağı çaktırmadan süzeriz birbirimizi. Ne giymiş, ne takmış, ne sürmüş, daha önce üzerindekini giymiş miydi, yeni mi alınmış, saçları olmuş mu, ayakkabıları uymuş mu, morali yerinde mi... İşte bir "günaydın" deme sürecinde, bunların hepsini görür, değerlendirir, yorumlar ve gerekirse psikolojik destek bile atarız. Ama iş biraz öne çıkmaya gelince içimizdeki cini çıkarır, o çok sevdiğimiz (!) hemcinsimizi eteğinden tuttuğumuz gibi aşağı çekeriz. Kötü günlerde vazgeçilmez bir pışpışlayıcıyken, iyi günlerde hazımsızlıklara teslim oluruz. Sonuç? "O dedi, bu dedi" derken kargaşa, kavga ve küslük... Belki de erkeklerle daha iyi çalışmamızın sebebi budur; çünkü onları kendimize rakip görmeyiz. Kulvarımız yalnızca bize tahsislidir.
Aslında erkeksi kadın da yoktur. İçinde daima feminenliğini korur. İstediği kadar umursamaz, asi, kavgacı, tuttuğunu koparan biri olsun… Hatta uzakdoğu sporlarında yüksek lisans yapmış olsun, hatta içine külhanbeyi kaçmış olsun… O kaya gibi duruşu, varsa evladının tırnağı azıcık acıdığında ya da bir sokak hayvanına kötü davranıldığını gördüğünde anında yumuşar. Bazen gizli, bazen aşikâr; üzüntüsünden, sinirinden oturur ağlar. İşte bu yüzden erkekleri böyle köşelere sinmiş, salya sümük pek göremeyiz. Belki de bu yüzden, onlar üzerindeki kadın gözyaşları bu kadar etkilidir. Kim olursa olsun; ister sevgilisi, ister annesi, kardeşi, iş arkadaşı, hatta sokakta yolunu kesen bir dilenci… Hemen bir numaralı silahımızı, gözyaşlarımızla doldurur, hedefe kilitler ve namluya basarız. Tam isabet!
Sözün özü, kadının ruhu anlaşılmaz. Zaten kendisi de anlamaz. Ama iyidir kadın. Renktir. Bir kendini büyütür kocaman dünyasında, bir de dünyayı büyütür, dantelli lavanta kokulu örtüler altında. O güldüğünde güneş açar, işler yoluna girer. O üzüldüğünde bulutlar çıkar, hüznüyle bile yağdırdığı yağmurlarda kurumuş topraklara can katar. Hiddetlendiğinde ise… İşte o zaman, çıkacak kasırgadan koruyun kendinizi!
Böyle gelmiş, böyle de gidecektir elbet. Zamana, devirlere, kuşaklara göre ufak tefek farklılıklar olacaktır tabii ama özü, sözü, yüzü hep aynı kadın gibi kadın olarak kalacaktır.
Yoktur erkeğin kadından, kadının da erkekten ayrılığı. Nasıl ki dişleri kopan bir tarağı kullanmak zorunda kaldığımızda saçlarımızı yolar ve canımızı acıtır, işte birbirlerinden ayrı kalmaları da bu yüzden hüzünlüdür.
Aslında her şeyin başı, insan olabilmektir. Tahammülümüzü gitgide yitirdiğimiz bu zamanlarda sabrı tekrar öğrenmek ve hoşgörüyü hayatımıza sokmaktır asıl olan. Ne kadına, ne erkeğe, ne çocuğa, ne hayvana şiddet, taciz ve kötülük olmadan sevgiyi yaşamak, sevgiyi doğurmak, sevgiyi büyütmektir akıllıca yapılacak olan. Nefisleri, hasetleri, hırsları bin bir kilitli sandığa kapatıp denizlere gömebilmektir asıl zor olan. Dedikleri gibi; insanların dili, dini, rengi farklıdır ama ağladıklarında hepsinin gözyaşları aynı renktedir.
Kalp kazanmak, gönüllerde yer almak zordur dostlar, yıllar alır, emek ister nakış nakış. Kaybetmekse çok kolay... Tek kelimeyle… Tek kalemde…
Sevginin, sevdiklerimizin ve aldığımız her nefesin kıymetini bilerek, birlik, beraberlik ve dostluk içinde yaşayabilmemiz dileğiyle…