AİLE YILI: 2025
Günümüz aile yapısının korunması, güçlendirilmesi ve gelecek nesillere sağlam bir miras olarak aktarılması için yürütülecek kapsamlı çalışmalar yadsınamaz bir öneme sahiptir. Ancak bu çalışmaların niteliği, toplumun ve ailelerin ihtiyaçlarına, değerlerine ve içinde bulundukları kültürel bağlama uygun olmalıdır. Mevcut ailenin yalnızca korunması ve devamlılığının sağlanması değil, o aile içerisinde yaşanan sorunların ya da ailenin korunmasına engel olacak problemlerin çözülmesi de son derece kritiktir. Bu nedenle aile yapısının güçlendirilmesi adına yalnızca koruyucu değil, aynı zamanda önleyici ve onarıcı müdahalelere de ihtiyaç vardır.
Bir aile içerisinde, özellikle bağımlılık, şiddet, istismar, cinayet gibi telafisi olmayan ciddi sorunlar ortaya çıkmadan önce, bu tür olumsuzlukların erken dönemde tespit edilmesi ve önlenmesi adına kapsamlı çalışmalar yürütülmelidir. Bu hem bireylerin hem de aile kurumunun sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için hayati bir gerekliliktir.
Ülkemizde evlenme ve ilk anne olma yaşının gerilemesi itibariyle doğurganlık hızının düşmesi ve doğumların azalmasının yegâne sebebinin cinsiyetsizleştirme politikaları olduğu düşünülmektedir. Ancak, ailenin karşı karşıya olduğu sorunlar yalnızca küresel politikalar ya da toplumsal cinsiyet tartışmalarıyla sınırlı değildir.
Güçlü toplumun güçlü ailelerle mümkün olduğunu kabul ediyorsak, bu gücün yalnızca çocuk sahibi olmaya teşvikle ve cinsiyetsizleştirme politikalarına engel olmakla mümkün olmadığını da kabul etmek gerekir. Eğer doğurganlık oranının 2023 yılında 1,51 seviyesine gerilediğini ve bunun toplumsal bir sorun olduğunu konuşuyorsak, aynı şekilde 2024 yılında yaşanan kadın cinayetleri ve çocuk ölümlerinin istatistiğini de gündeme almak gerekir. Çünkü aile yapısını tehdit eden unsurlar yalnızca düşük doğurganlık oranları değil, aynı zamanda kadınların ve çocukların hayatını tehdit eden sapkınlık, psikolojik bozukluklar, ihmal, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi derin sorunlardır. Asıl mesele, bu sorunların çoğu zaman kapılar ardında, dört duvar arasında yaşanıp, hiçbir müdahale mekanizması tarafından keşfedilmeden aile içinde olup bitmesidir. Yasaların ya da toplumsal yapıların bu sorunlardan bir kaos ya da vahşetle haberdar olmasıdır.Bu nedenle aileyi koruma ve güçlendirme adına yürütülecek çalışmalar, yalnızca belirli ideolojik tehditlere odaklanmak yerine bu tür toplumsal yaraları da ele almalıdır. Asıl çözüm ise aile içinde olup biten her değişiklik ve anormal durumu takip ederek sorunları ortaya çıkmadan fark edebilecek ve müdahale edebilecek etkili mekanizmalar oluşturmaktır.
Doğurganlık, yalnızca boşanmalar ve keyfi tercihlerin etkisinde azalmıyor. Aile içinde ‘olup bitti’ zannettiklerimizden de etkilenebiliyor.
“Öyle bir an aklıma geldi, iple boğdum” diyerek 3,5 yaşındaki çocuğunu öldürdüğünü itiraf eden annenin aklında, para vermediği için yoksunluk krizinde annesini öldüren gencin bağımlılığında, çöp toplarken ve dilenirken tecavüz edilerek öldürülen çocuğun yoksulluğunda olmalıyız. Olmalıydık! Olamadık…