Rayların Üzerinde Kültür Taşınır mı? İlk Türk Buharlı Lokomotifi Karakurt

YAYINLAMA:

Devrim Arabaları Müzesi’ni gezerken benimle arşivlerinden paylaştıkları masal gibi bir yazıyla geldim bu defa. Ama bu masalda ne peri kızları var ne de altın saraylar. Bu kez kahramanımız demirden yapılmış; adı Karakurt. Buhar soluyan, rayların üstünde emekle koşan bir demir at. Bir zamanlar bereketli topraklarla çevrili, suları berrak Eskişehir’in o topraklarının ortasından iki ince demir çizgi geçmiş. Bu çizgilerin adı “demiryolu”ymuş. O çizgilerin geçmesiyle şehir emeğin ve üretimin de kenti olmuş. Rayların üzerindeki ilk tren geçerken, kimse bunun bir gün bir umuda dönüşeceğini bilememiş.

1894’te İstanbul’dan Bağdat’a giden demiryolu Eskişehir’e uğramış. Alman mühendisler şehre gelmiş, küçük bir tamir atölyesi kurmuşlar. Başta kimse işlerin bu denli değişeceğini bilmese de zamanla o atölyede demirle birlikte bir ülkenin hayali de dövülmeye başlamış. Sonra savaş yılları gelmiş. İşgaller, karanlık, yoksulluk… Küçük atölye İngilizlerin eline geçmiş, ardından Kuvayı Milliye her şeyi geri almış. İşçiler, asker gibi çalışmış. Topların kamalarını, trenlerin parçalarını orada yapmışlar. İsmet Paşa bir gün anılarında yazmış: 

İlk esaslı vazifem orduyu hazırlamaktı. Muhtelif depolarda kamaları alınmış, boru halinde bulduğum topların kamalarını Eskişehir Demiryol Atölyesinde yaptırdım ve Sakarya’da kullandım”.

O söz, o günlerin hikâyesini bir cümlede anlatıyormuş zaten: Eskişehir’de demir, sanayi için üretilmesinin ötesinde, bağımsızlık için dövülüyormuş. Kurtuluş’tan sonra, Atatürk çıkmış kürsüye ve şöyle demiş: 

“Asıl savaş, iktisadi savaştır.”


İşte o söz, Eskişehir’de yankı bulmuş. Artık silah değil, tekerlek üretilmeliymiş. Artık top değil, tren yapılmalıymış. Küçücük atölye zamanla büyümüş. Kazanhaneler, çarkhaneler, marangozhaneler kurulmuş. Tüm çıraklar aynı çatı altında ter dökmüş. O atölye kendisiyle birlikte bir şehri de büyütmüş.Yıl 1950’ler olmuş. Eskişehir Cer Atölyesi artık sade bir fabrika olmaktan çıkmış, bir okul, bir kültür ocağı hâline gelmiş. İşçiler sabah üretim yaparken akşam spor kulüplerinde futbol oynamış, sinema salonlarında birlikte film izlemiş. Spor ve kültür toplantıları düzenlenmiş. Bir atölye nasıl olur da bir şehri bu denli birleştirir? İşte masal gibi bir anı, tam da bu sebeplerden oluşmuş.

1957’de Ankara Gençlik Parkı’nda küçük buharlı trenler “Mehmetçik” ve “Efe” halkın karşısına çıkmış. O minik trenler, herkesin sevinci olmuş. Herkesin kalbinde bir yerlerde “Bir gün kendi büyük lokomotifimizi de yapacağız,” umudu yeşermeye başlamış. O sırada, 4 Nisan 1957’de Eskişehir’de (Çukurhisar) Çimento Fabrikası açılma merasiminde Başvekil Sayın Adnan Menderes fabrikayı ziyaret etmiş, “Mehmetçik” ve “Efe” adlı minyatür trenlerin hazırlanmış bulunan lokomotiflerinden birine binerek gezmiş ve gülümseyerek sormuş:


“Bunun büyüğünü yapabilir misiniz?”


O gülümseme, bir dönüm noktası olmuş.

 

Ve takvim 1961’i göstermiş. Fabrikanın içinde çekiç sesleri yankılanmış, bacalardan duman değil, umut yükselmiş. O gün, Türkiye’nin ilk buharlı lokomotifi doğmuş: Karakurt.
1915 beygir gücünde, 97 ton ağırlığında, 70 kilometre hızla ilerleyen bir demir devmiş o. Ama en çok da bir şehrin gururuymuş.

Karakurt’un düdüğü ilk kez çaldığında Eskişehir’de sokaklar dolmuş. Çocuklar koşmuş, ustalar susmuş, yalnız o buharlı ses konuşmuş. O an herkes anlamış: bu ses her ne kadar bir lokomotiften gelse de asıl olan bir halkın emeğinin sesiymiş. Karakurt, raylara kültürel belleği de taşımış. Çünkü o lokomotif, bir dönemin ruhunu temsil ediyormuş. Eskişehir’in işçisi, mühendisi, çırağı el ele verip bir trenle geleceğe gidecek bir kültür inşa etmiş. O kültür, üretmenin, paylaşmanın, inancın kültürüymüş.

Bugün Eskişehir’e giden biri, Devrim Arabaları Müzesi’nde hâlâ o anıları görebilir. Pasları, renkleri, yaşları fark etmez; o anılar hâlâ kendi ayakları üstünde durmayı öğrenen bir milletin, raylara kazınmış hikâyesini anlatıyor. 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *