Öğrenciliğin Yan Mesleği; Part-Time Kölelik

Merhaba sevgili okur,
Türkiye’de 2025 yılında yaklaşık 7 milyon üniversite öğrencisi var. Güzel rakam, değil mi? Ama asıl mesele şu: O 7 milyonun kaçı gerçekten sadece öğrenci? Çünkü çoğumuz için “öğrencilik” tek başına bir meslek değil; yanında bir de “part-time kölelik” diploması geliyor.
Mesela ben… 6 saat çalışıyorum, aldığım 500 TL. Hesapladım: Bu parayla sadece üç gün kahve içsem maaş bitiyor. O yüzden kahveyi bırakıp hayal kurmaya başladım. En azından bedava…
Çalışan Öğrenciler: İstatistik mi, Gerçek mi?
15-34 yaş grubunda işgücüne katılma oranı %60,1. Yani aslında biz gençlerin yarısından fazlası çalışıyor. “İyiymiş” diyeceksiniz belki ama gerçek şu: Çalışanlar arasında ciddi bir kısmı aynı zamanda öğrenci. Yani ders aralarında çalışıyoruz, molalarda kitap okuyoruz, patron azarlarken aklımızda vize soruları dönüyor.
Hadi itiraf edelim, biz öğrenciler multitasking insanlarız: Hem tez yazıp hem garsonluk yapan, hem vizeye hazırlanıp hem kasada para üstü veren, hem de patronun mobingine maruz kalıp hâlâ gülümseyebilen tek tür biziz. Evrim burada durmuş olabilir.
KYK, Yurtlar ve Buharlaşan Burslar
KYK bursu alan şanslı lisans öğrencileri aylık 3.000 TL alıyor. Evet, üç bin! Harika rakam gibi görünüyor ama kira, yol, yemek derken bu para öyle hızlı buharlaşıyor ki, fizik hocaları buharlaşmayı anlatırken bizi örnek gösterebilir.
Peki kim burs alabiliyor? Başarılı olan, ihtiyaç sahibi olan ya da doğru zamanda doğru linke tıklayan. Çünkü bazen iş şansa da kalıyor. Bu noktada ben kendi kendime burs veriyorum: Adı “Sabır Bursu”. Karşılığı? Sonsuz umut.
KYK yurt kapasitesi yaklaşık 996 bin öğrenciye yetiyor. Ama toplam öğrenci sayısı 7 milyon civarında. Yani geri kalan milyonlarca öğrenci ya ev kiralıyor ya da “bir odada üç kişi” projesinin gönüllü katılımcısı oluyor. Bir oda, üç yatak, sınırsız dert.
15-29 yaş grubunda yaklaşık 4,6 milyon genç ne okuyor ne çalışıyor. Kısaca NEET. Ama dürüst olalım: Biz çalışan öğrenciler de bazen aynı kategorideyiz. Çünkü hem eğitimdeyiz hem çalışıyoruz ama hiçbirinden tam verim alamıyoruz. Yani aslında biz “yarım yamalak eğitim, yarım yamalak iş” kategorisindeyiz.
Kafede Bir Gün: Müşteri, Patron ve Ben
Geçen gün kafede çalışırken bir müşteri geldi:
- “Kahvemi soğuk istiyorum ama buzsuz olsun, şekerli olsun ama şeker koymayın, sütlü olsun ama laktozsuz.”
Ben de içimden dedim ki: “Hocam, siz kahve değil mucize istiyorsunuz!”
Siparişi yazarken defterimden bir yaprak koptu, çünkü kalemim bile isyan etti: “Ben bu maaşa bu siparişi yazmam!”
Ama iş bununla da bitmiyor. Patron geliyor: “Telefonla uğraşma, hızlı ol, güleryüzlü ol!” Müşteri ise bahşiş bırakmazken bana, “Biraz daha hızlı olsan süper olurdu” diyor. Yani biz öğrenciler, hem okulda hocaların hem iş yerinde patronların hem de müşterilerin üçlü baskısını aynı anda yiyoruz.
Sonuç: Hepimiz Eşitsek Ben Niye Daha Çok Yoruluyorum?
İş yerinde mobing var, okulda sınav stresi var, evde kira derdi var. Bize kalan tek eşitlik, yorgunlukta eşitlik. Patron, “Sen öğrencisin, anlamazsın” diyor. Halbuki biz her şeyi anlıyoruz: Maaşın yetmediğini, emeğin değersizleştirildiğini, bursun da mucizevi bir şekilde anında bittiğini…
Ama yine de gülüyoruz. Çünkü gülmek bedava. Çalışıyoruz, çünkü hayat pahalı. Ve hayal kuruyoruz, çünkü hâlâ umut var.
Belki de biz öğrenciler, 500 TL’lik imparatorlukların en güçlü krallarıyız. Tahtımız plastik sandalye, kalkanımız öğrenci kartı, silahımız mizah. Ve evet, biz bu savaşı da bir şekilde kazanırız.
Haftaya görüşürüz… tabii patronum bu yazıyı okuyup kovmazsa. O zaman da yeni köşe yazımın adı belli: “İşsiz Bir Öğrencinin Güncesi.”