BİR ŞEHRİN KÜLTÜREL KİMLİĞİ RENK PALETİNDE SAKLI OLABİLİR Mİ?

YAYINLAMA:

Bazı şehirler, insanın zihninde bir mimariyle kalır, bazıları sesleriyle, bazılarıysa renk paletleriyle. Çünkü bir şehirde renk, gözümüzün gördüğünden fazlasıdır. Yaşanan, hissedilen, bazen de farkına varmadan içimize işleyen bir kültürel izdir.  Her rengin içinde, ait olduğu toplumun değerleri, inançları, duyguları saklıdır. Burada devreye kültürel kodlar girer. Bir rengin belli bir toplumda ne anlama geldiği, nasıl hatırlandığı ve neyi çağrıştırdığı kültürel kodlarıyla anlaşılır. Eskişehir’in renkleri de bu açıdan bakıldığında, onun çok katmanlı kimliğinin güçlü bir dilidir.

Şehri dolaşmaya eski sokaklardan başlarsanız, toprak tonlarının baskın olduğunu fark edersiniz. Odunpazarı’ndaki sararmış taşlar, kahverengi cumbalar ve kiremit çatılar, size geçmişi sadece göstermez, onu hissettirir de. Bu renkler, Anadolu kültüründe köklülüğün, aidiyetin ve sadeliğinkarşılığıdır. Modern zamanın pastel tonlarına inat, bu bölgede renk, geçmişle kurulan bağın canlı bir kanıtıdır.

Yeşilin kültürel anlamı ise hep umut olmuştur. İslam coğrafyasında cennetle ilişkilendirilen bu renk, modern şehir yaşamında doğaya dönüşü, sakinliği ve dengeyi simgeler. Yeşil, Anadolu’da ise daima hayatın, huzurun ve yeniden doğuşun rengidir. Eskişehir’de bu anlam en çok Porsuk kıyılarında görünür. Yazın serin gölgeler sunan söğüt ağaçları, kıyılardaki çiçekli parklar, suyun üzerinde dans eden yansıma… Porsuk’un yeşilleri, bu şehrin dingin ama canlı kalbinin atışıdır. Burada yeşil, doğayı temsil etmenin ötesinde şehrin de nefes alma biçimidir.

Eskişehir’de mavi daha çok gökyüzünden yakalanır. Ama burada mavi, ön plandaki yeşilin sessiz dostudur; arka planda dinginliği ve sürekliliği fısıldar.

Kentin modern yüzünde ise kırmızı, enerjisini genç nüfustan alır. Üniversite afişlerinde, sanat etkinliklerinin davetlerinde, tiyatro salonlarının ışıklarında bu kırmızı hep vardır. Anadolu’da kırmızı, cesaretin ve hayatın rengidir. Eskişehir’deyse gençlik enerjisinin somut karşılığıdır.

Turuncu, kültürel kodlarda enerji, yenilik, iletişim ve iyimserlik ile özdeşleşir. Anadolu’da kırmızının tutkusu ile sarının sıcaklığı arasında bir köprü gibidir. Hem dikkat çeker hem de sıcak bir yakınlık hissi uyandırır. Eskişehir’de bu rengin en belirgin hâli tramvaylarda karşımıza çıkar. Şehrin ulaşım ağının simgesi hâline gelmiş bu turuncu, günlük yaşamın ritmini taşıyan görünür bir hattır. Fotoğraf makinelerinin ve telefon kameralarının hafızasında binlerce kez yer almıştır. Ayrıca sabahın erken saatinde hareket eden tramvaylar, kenti bir uçtan diğerine bağlayarak insanların hikâyelerini de yan yana getirir. 

Aynı turuncu, akşam üstü gün batımlarında farklı bir anlam kazanır. Şehrin gün döngüsü duygusal bir tonla tamamlanır. Böylece turuncu, Eskişehir’de hem hareketin hem de huzurlu bir kapanışın rengi olur.

Ve bir de tüm renklerin zeminini oluşturan beyaz vardır. Lületaşının saf rengi. Eskişehir’in adını dünyaya duyuran bu doğal taş, sadece bir maden değil bir ustalık hafızasıdır. Her bir oyma, her bir desen, yıllar süren birikimin ve emeğin karşılığıdır. Beyaz, bu şehirde usta ellerin güçlü bir anlatımıdır.

Tüm bu renkler, şehrin hafızasını ve ruhunu bir araya getiren canlı bir palettir.  Bir araya geldiklerinde bu renkler, Eskişehir’i gözle görülen bir manzara olmaktan çıkarır. Geçmişiyle, bugünüyle ve kültürel kodlarıyla yaşayan bir şehir hikâyesine dönüştürür. Renkler bir şehrin kimliğini etkiler mi? Evet, birçok şehrin kendine özgü renk paletlerinde olduğu gibi Eskişehir’in sokaklarında dolaşırken de bu sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkar. Her renk, bir anının, bir değerin, bir yaşam biçiminin izini taşır. Yani;

“Paletin dokusundaki renkler, şehri taş ve duvarın ötesine taşır; ona ruh, hafıza ve kendine özgü bir dil verir.” 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *