“DELİKANLI EMİNE ABLA OLDUM”

Günümüz ilişkilerinde roller baş döndürücü bir hızla değişti.
Bir zamanlar duygularını göstermekte zorlanan, “adam dediğin net olur” mottosuyla büyüyen erkekler, şimdi duygusal mesafeyi koruma kisvesi altında nazlanan, trip atan, “kendimi bulmam lazım” diyerek ortadan kaybolan modern prenslere dönüştü.
Geçenlerde sosyal medyada bazı influencer’ların bu yeni nesil “prenses erkekleri” tiye alan videolarına denk geldim. Gerçekten de ilişki dünyamızda öyle sahneler yaşanıyor ki, izleyip gülüyorsun ama sonra bir durup düşünüyorsun “Ben de aynısını yaşadım!”
Bu konuyu daha önce başka bir sitede kaleme almıştım ama Eskişehirdurum’un değerli okuyucularıyla yeniden masaya yatırmak istedim. Çünkü bu mesele sadece komik değil, bir o kadar da yorucu, düşündürücü ve ne yazık ki giderek yaygınlaşan bir hal aldı.
Artık ilişkilerde ilk adımı erkek değil, kadın atıyor. Hesap paylaşmak ‘cool’, duygusal mesafe ‘olgunluk’, ilgi istemek ise ‘bağımlılık’ sayılıyor. Ama bu durumun asıl yükü, bir kez daha kadının sırtına biniyor. Çünkü güçlü kadın sadece hayatın içinde değil, artık ilişkide de direksiyona geçmek zorunda kalıyor.
Trip atan erkekler? Onlar başka bir alem. Story’ine 3 saat geç cevap verdin diye surat asan, “Sen bana yazmayınca ben de yazmadım” diyerek seni okul kantininde küsen ergen gibi davranmaya zorlayan… Ve sonra da “Ben sevince çok bağlanıyorum, onun için temkinliyim” diyen adamlar. Hayır, bağlanma değil bu, bu bildiğin ‘sürekli onaylanma ihtiyacı.’
Giderek daha çok karşılaştığımız bu “modern erkek” prototipinin bir özelliği daha var, İlişkideki tüm yükü, kadının sırtına atıyor. Duygusal krizi mi var? Sen dinle. Kariyerinde bocalıyor mu? Sen destek ol. Ama sıra sana geldiğinde? “Ben de çok yoğunum son zamanlarda.”
Bazen kendimi elimde tesbihle racon keserken yakalıyorum. Yemin ederim, o kadar erilliği bana bıraktılar ki, bir ara “Delikanlı Emine abla” olarak anılacağım diye korktum. ( aslında hala prenses erkeklere denk geldiğim için delikanlı kaldığım doğrudur)
Utanmasam buluşmalara arabayla gidip onları evden ben alacağım.( her zaman olmasa da buda yaşandı bu arada ) “Gel canım seni biraz gezdireyim, hava alırsın” falan… Hesap mı? Tabi ki bende. Üzülürse mendili ben uzatacağım, gözyaşını sileceğim, sonra üstüne bir de motive edeceğim, “Sen çok değerlisin biliyorsun dimi? Hadi aslanım ayağa kalk!”
Bir de arkadan slow bir Tarkan şarkısı açılsa tam olur.
Ama dur bir dakika!
Bu ilişki miydi, yoksa ben gizli gizli bir sosyal sorumluluk projesinde mi yer aldım da haberim yok?
Yani tamam, güçlü kadın olmayı seviyoruz da, her şeyin yükünü omuzlamayı değil ya sevgili okuyucularım. Biz partner arıyoruz, evlat büyütmek değil niyetimiz. Ama her randevuda kendimi bir travmayı çözmeye, bir eksik ilgiyi telafi etmeye çalışırken buluyorum. Gerçekten de bazen tek ihtiyacım olan şey bir çiçek değil, bir “çaba” Bunu anlamak niye bu kadar zor?
Peki, neden böyle oldu?
Neden biz kadınlar, aşkı ararken kendimizi bir ilişkinin CEO’su gibi hissetmeye başladık?
Aslında cevap basit. Çünkü karşılaştığımız birçok erkek, artık kendi “eril” enerjisini sahiplenmiyor. Korumak, sahip çıkmak, yön göstermek gibi klasik erkek rollerini “toksik” sayıyorlar. Oysa biz o rollere âşık olmamış mıydık? “Yoruldun sen, biraz dinlen” diyen bir adamın sesi, bazen en iyi meditasyon değil miydi? Ama şimdi ne oldu? Kadınlar sadece duygusal değil, enerjik olarak da erkekleşmek zorunda kaldı.
Çünkü biri o ilişkide direksiyonu tutmak zorundaydı. Ve o biri çoğu zaman biz olduk. Günümüz kadını iş hayatında güçlü, ayakta durmayı bilen, kendi parasını kazanan biri olabilir. Ama bu, ilişkide de her yükü sırtlamayı istediği anlamına gelmiyor ki…
Zaten bütün gün hayata karşı yumruk yiyen kadın, akşam sarılacak bir omuz ararken, kucağında “duygusal destek isteyen bir yetişkin çocuk” buluyor. Ve işte tam da bu yüzden kadınlar yorgun. Sürekli ‘güçlü’ olmaktan, sürekli sabırlı, anlayışlı, olgun olmaktan…
“Senin neyin var?” diye soran olmadan, hep “Ben onun neden sustuğunu anlıyorum” demekten.
Kendi içimizdeki dişil enerjiyi, yani o yumuşaklığı, bırakabilmeyi, teslimiyeti… Unutmaya başladık.
Çünkü teslim olacağımız biri kalmadı. Ve aşk, bazen sadece sevilmek değil, güvenle yaslanabilmekti, değil mi? Aslında biz kadınlar ne istiyoruz, biliyor musunuz?
Ne dev bir jest, ne şaşaalı bir sürpriz…
Bazen sadece biri elimizden tutsun istiyoruz. “Hadi bu sefer ben hallederim, sen yaslan biraz” desin istiyoruz. Bir kahve içerken bizi çözmeye çalışsın, biz anlatmadan anlasın… Yani bizi büyütmeye kalkmasın, ama yanımızda büyümeye niyetli olsun.
Çünkü biz yorulduk. Hem güçlü olup hem zarif kalmaya çalışmaktan, hem sevip hem sevilmemekten…
Çünkü biz artık aşka teslim olmak istiyoruz ama teslim olacağımız adam yok.
Belki de en sonunda hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz
“Aşkta prenses olur da, ama kusura bakmayın beyler o rol bizim… Prenseslik taslayan erkek, biraz bizim bünyelere fazla gelir.”
Sevgilerimle..