KİMİN ELİ KİMİN CEBİNDE?

Geçenlerde usta gazeteci Deniz Çağlar Fırat bana şöyle dedi:
“Emine, başlıkların iç gıdıklıyor. Tıklamadan duramıyorum ama içine girince tam verimi alamıyorum. Ne oluyor?”
Ben onun ne demek istediğini anlayabiliyorum tabi. O istiyor ki İstanbul magazini gibi açık seçik konuşayım.
Eh, ben de içimden dedim ki “O verimi nasıl vereyim Deniz abi?”
Burası İstanbul değil ki..
Burada yazsan dert, yazmasan daha büyük dert.
Hem beni tanımayanlar için, gazeteciliğe magazin muhabirliği ile başladım. O dönemler bakın mesela, çok sevdiğim bir ablam vardı. Yıllardır tanırdım, kadın gibi kadın.
Kaç yıl önce akşam vakti bir mekâna gittim, daha çatalımı elime almadan gözüm tanıdık bir yüze takıldı. Ablamın kocası. Ama yanındaki ablam değildi… Başka bir kadın. Ben daha telefonu alıp “Ablacım nasılsın?” demeye kalmadan adam masama dikildi “Sen şimdi bunu söyleyecek misin? Story mi atacaksın? Magazin malzemesi mi yapacaksın?”
Hayırdır beyefendi, Emniyet’ten mi geldiniz? Ben story atmıyorum… Köşe yazısı yazarım. Ama sen rahat ol. Adını yazmam. İmalı yazarım anlayan anlar. Zaten mesele sadece seni yazmak değil. Mesele her şeyi bu kadar ulu orta yaşamakta..
Sonrasında bir daha o mekâna beni sokturtmamıştı falan. Aşk yuvası herhalde ki, ben de yuvanın yerini öğrenmişim fark etmeden. Mekânın sahibi de adamla ticaret yapıyor herhalde birinden vazgeçecekse gazeteciden vazgeçmesi daha mantıklıydı tabi.
Bu şehir İstanbul gibi değil.
Burada herkesin birbirine borcu var, dostluğu var, ahbaplığı var. Birinin kahvesini diğeri içmiş, herkes birbirinin düğününe gitmiş. Yani kalem oynatırken önce herkesin kimle ne ilişkisi olduğunu bilmen gerekir. Sadece erkekler değil bu oyunda. Aldatan kadınlar da var. Bir keresinde kadının sevgilisiyle ilişkisini öğrenen kocası gidip ortalığı karıştırmıştı. Ya da sadece parası için tahammül ettikleri eşlerini aldatmaları gerçeği..
Yani ne magazin sayfası yeter anlatmaya ne üç satırlık haber. Ama o dönem biz hâlâ “Mutluluğa Evet Dediler” başlığı atabiliyorduk. Çocukları sünnet oluyor “Erkekliğe ilk adım” başlığıyla magazin sayfalarını doldururduk. Sünnetten magazin çıkartan bir şehiriz. Ne magazin muhabirliği yahu bildiğin sünnet muhabirliği! Pehh…
Her şey sevgi pıtırcığıydı, pembe kalpli sayfalarda dönüyordu hayat.
Oysa şimdi? Her şey konuşuluyor ama kimse konuşmamış gibi yapıyor. Bir ara tanınmış bir ismin müstehcen görüntüleri internete sızmıştı. “İzledin mi?” diyen gazeteci arkadaşım oldu.
İzledim tabi ki. Niye izlemeyeyim? İnsanlar ne kadar ileri gidebiliyor görmek gerek.
Sonra birilerinin kaseti çıktı diye konuşuldu bir dönem, yok efendim yedekler, flash bellekler, kumpaslar…
Ama susarsan eksik anlatmış oluyorsun. Konuşursan hedef tahtası oluyorsun.
İşte bu yüzden “verim veremiyoruz” Deniz abi.
Verilecek yer yok.
Eskişehir küçük şehir olabilir, ama dedikoduların ayak sesi her kaldırım taşında yankılanır.
Yıllar önce burada magazincilik yaptım. Evet, İstanbul’daki gibi teknede yakalanan çiftler yoktu belki ama… Biz burada “saygın” isimleri pamuklara sarıp yansıtıyorduk. Tozpembe filtremiz eksik olmazdı. Magazin mi? Biraz sansür, biraz cilâ, biraz da kulis fısıltısıyla yazılırdı.
Ama itiraf edeyim…
Ruhumda bir dedektiflik var, bunu inkâr edemem. Hatta o dönemden kalma etrafı gözlerimle hızlıca tarama alışkanlığım yapıştı kaldı. Biriyle ilişkiye başlasam adam ben etrafa bakınca arandığımı düşünüyor bile olabilir.
İstanbul’da bir magazin muhabiri olsaydım eğer, eminim ki o meşhur “boğazda el ele” fotoğrafları var ya… Hah, işte onların kadrajında benim imzam olurdu.
Çünkü ben bakınca görmem gerekeni değil, saklanmak isteneni görürüm.
Magazincilik değil, sezgi meselesi bu. Hissetmek. Koklamak. İpucunu cümle aralarından, bakış kıvrımlarından çıkarmak.
Kim kimi gizli gizli sevmiş, kim o mesajı kime yazmış, kim sabah başka evden çıkmış?
Görünmeyen hikâyeleri yakalamak benim işim olurdu. Başımda beladan kurtulmazdı kesin.
Söyleyecek çok şey var ama söyleyemeyeceğin kadar küçük bir şehirdeyiz. Duyuyorsun, biliyorsun, içinden geçiyor ama sadece bakıyorsun.
“Sanane kızım sen ne karışıyorsun”a dönüyor olay. Düşman kazanıyorsun, hedef oluyorsun. Yazabiliyorsan pembe bulutları aş, gerçek magazincilik yap.
Bir ara geçmişte yazdığım bir sitede “Evliler sevgili yapmasa hepimize yetecek kadar var aslında” diye bir makale yazmıştım. Orda da isim vermek yok tabi. Genel analizim olmuştu. Ona bile yönetimden ret yedim.
Yani anlayacağınız sevgili okuyucularım, Kimin eli kimin cebinde? Diye cafcaflı bir başlık atıp şok etkisi yaratacak şeyleri kaleme alamayız. Boş verin cidden “Bizene yahu biz ne karışalım?”
Yazabilen varsa buyursun yazsın. Yazamadığımıza göre biz günümüz ilişkilerini açmaya detaylandırmaya devam edelim..
Bizden bu kadar verim diyelim Deniz Abi.
Sevgilerimle..