Porsuk’un Sessiz Tanıkları: Kanlıkavak Efsanesi

Eskişehir’in merkezinden usulca geçen Porsuk Çayı, bugün belki bir sandal gezisinin huzurunu ya da bir parkta oturmanın keyfini çağrıştırıyor olabilir. Oysa bu durgun suyun kıyısında zaman zaman yankılanan sessizlik, yüzeyin hemen altında saklı duran bir aşkın acısını fısıldar. Bu şehirde yıllardır anlatılagelen Kanlıkavak Efsanesi, Eskişehir’in sadece sokaklarında değil, hafızasında da dolaşır.
Derler ki bir zamanlar, birbirini çok seven iki genç varmış. Ancak tıpkı nice halk anlatısında olduğu gibi, bu aşk da engellerle örülmüş. Sevgileri ne kadar büyükse, önlerindeki duvar da o denli kalınmış. Sonunda, birlikte olabilmenin tek yolu olarak kaçmayı seçmişler. Gece olmuş, şehir uykuya dalmış. Genç âşıklar, umutla ama biraz da korkuyla Porsuk’un kıyısına varmışlar. Ancak ne yazık ki bu kaçış, bir kavuşmanın değil, bir vedanın habercisi olmuş. Çayı geçmeye çalışırken sulara kapılıp boğulmuşlar.
Sabah olduğunda, kavak ağaçlarının yapraklarında kızıl bir renk belirivermiş. Dilden dile dolanan anlatıya göre, o günden sonra bu ağaçların gövdeleri hep kan renginde kalmış. O yüzden oraya "Kanlıkavak" denilmiş.
Bir başka anlatı ise daha da iç burkucudur:
Genç kız, ailesi tarafından zorla başka biriyle evlendirilmek istenir. Oysa onun kalbi başkasına aittir. Sevdikleriyle değil, kaderin acımasızlığıyla baş başa kalan bu iki genç, birlikte yaşamalarına izin verilmediği bir dünyada birlikte ölümü seçerler. Aynı kavak ağacına kendilerini asarak, aşklarını sonsuzluğa mühürlerler.
Bu efsane yalnızca bir aşk hikâyesi değildir. Aynı zamanda bir toplumsal bellektir. Aşkın önünde duran engellerin, gelenek ile bireysel arzunun çatışmasının, sessizce anlatılan bir dramıdır. Kanlıkavak, bu yüzden sadece bir yer adı değil; bir hatırlatmadır. Sevenleri ayıran her yasak, susturulan her duygu, bastırılan her aşk, bir kavak yaprağında kendine renk bulur.
Eskişehir, böyle hikâyeleriyle büyür, derinleşir. Kanlıkavak, sadece geçmişin değil; geleceğin de anlatılarına zemin olur. Belki bir gün biri orada yürürken göğe bakar ve rüzgârla salınan yaprakların arasında şu sessiz fısıltıyı duyar:
“Aşk, yasaklandığında bile sürer. Bazen bir ağaçta, bazen bir çayda, bazen bir efsanede.”