YAZARLARIN İSİMLERİ BURADA, KADROLARI YAPAY ZEKÂDA!

YAYINLAMA:

Şu sıralar bazı köşe yazılarını okuyunca içimden şöyle geçiyor “Bu kadar da mı ruhsuz olunur kardeşim?” 

Hani tamam, bilgi var, düzen var, başlık bile gayet cafcaflı. Ama bir şey eksik. Bir cümleyi üç kere okusam da içime işlemiyor. Sonra öğreniyorum ki, o yazı aslında “yazılmamış.” Yani biri yazmamış. Yazdırılmış.

Yapay zekâya yazı yazdırmak suç değil elbet. Ben bile arada fısıldarım kulağına kitlenirim konu çıkaramam o zaman derim “Hadi gel aşkı konuşalım.” 

Ama mesele şu, yazmak başka, yazdırmak bambaşka!

Kelimeleri doğurmak başka, sadece taşıyıcı annelik yapmak başka. Yazı yazdırmakla yazar olunmuyor ki? 

Ve bunu birilerinin hatırlatması gerekiyorsa, ben buradayım.

 Merhaba, ben hâlâ kendi kalemiyle çırpınanlardanım!

Bazen gerçekten düşünüyorum… Ben bir hafta boyunca tek bir yazı için kafa patlatıyorum. Kalbimle, geçmişimle, yaşadıklarımla yoğuruyorum her cümleyi. Bu şehirde yürüyüp duruyorum, belki bir ışıltılı cadde bana bir dedikodu fısıldar, bir kaldırım taşında eski bir aşkın ayak sesi yankılanır diye. Ama yok. Bazen o konu da gelmiyor. Şehrin rüzgârı susuyor, insanlar sıradanlaşıyor, aşk bile kaçıyor benden. Pazartesi yazım yayınlanacak ve ben hâlâ bomboş bir sayfayla Pazar gecesi baş başayım. O an, inanın deli mi bu kız diyeceksiniz ama oturup ağladığım zamanlar bile oluyor. Çünkü bu sadece bir yazı değil, benim size dokunduğum yer. Ben size bir şey sunmak zorundayım. Ama içimde bir şey yoksa, kopyala-yapıştır bir cümleyle o boşluğu dolduramam. Beni anlatmayan cümlelere sığınamam. Kalbim acıyor bazen ve ben o kırıklığın verdiği acıyı size hangi cümlelerle doğru şekilde sunacağımı bilemiyorum. O yazının her satırında yüreğimi akıtmazsam eğer içim huzur bulmuyor sevgili dostlarım. 

Herkes biraz bir şeyler yazmak istiyor artık. Ya da daha doğrusu, yazar gibi görünmek istiyor. Bir profil açıklamasına “köşe yazarı” yazmak, birkaç süslü cümleyle post atmak yeterli oluyor. Ama bazı başlıklar var ki, daha ilk kelimesinden anlıyorsun yemin ederim ki o satırın o insandan çıkmadığını. Ruh yok çünkü. O titreşim eksik. Cümle düzgün ama hissiz. Parlak ama sahte. 

Daha da vahimi var. Şahit olduğum şeyler… 

Bazı mecralarda kişinin adı yazar olarak geçiyor, ama yazıyı bambaşka biri kaleme alıyor. Çünkü dert yazı değil, kadro doldurmak. Ben düğün salonunda çalışan birinin kadrosunun köşe yazarı olarak olduğunu da görmüş bir insanım. İsmi olsun, boşluk dolsun da… Kelimeler kimin umurunda? Sorsan geçen haftanın konusunu kendi bile bilmiyordur. Gülüyorum da sinirden vallahi!

Bu beni derinden yaralıyor. Çünkü bir zamanlar yazı yazmak, bir duruştu. Şimdi çoğu yerde “copy-paste” ruhsuzluğu var. Evet, teknoloji gelişiyor, kolaylık sağlıyor, bunu inkâr edemem. Ama bu hız, içeriği öldürüyor mu sizce de?

Bazen bir mekânda otururken kulağıma ilişen bir cümleyle titriyor kalbim. İlham, bazen garsonun yanlış getirdiği kahvede, bazen yan masadaki çiftin sessizliğinde saklı. O an hemen not alırım. Defterim yoksa telefonun notlar kısmına yazarım. Çünkü unuturum diye korkarım. Ama unutmamamız gereken başka bir şey daha var “yazmakla yazar olunmuyor” sevgili okuyucularım..

 Gerçekten yazar olmak, bir duyguyu kelimeye dönüştürebilmek. Yazıya kendi kokunu, yorgunluğunu, kırgınlığını sindirebilmek. Yani yazmak, kelimelerle her zaman dans etmekten ibaret değil; bazen o kelimelerle kavga etmektir de.

Geçenlerde bir makale yazdım, yazarken de çok fazla betimleme yapıyorum. Çalışma arkadaşım “başını çok uzatmışsın” dedi. Yahu her yiğidin yoğurt yiyişi başkadır. Ben sizin kafanızca canlandırabilmenizi sağlıyorum. Uzatmışım ama sonuna kadar okutmuşum da. Asıl marifet sona ulaştırabilmek neticede. 

Bir yazının “iyi” olması artık hızla, algoritmayla, görselle ölçülüyor. Oysa ben hâlâ bir yazıyı paylaşmadan önce kalbim titriyor mu, ona bakıyorum. Kafamda hep aynı soru, bu satırlar birine dokunacak mı? Birini güldürecek mi? Uyandıracak mı? Çünkü benim için yazmak hâlâ biraz büyü, biraz da terapi.

Her neyse, biraz sitem ettim size ama bunu da kaleme almak istedim. 

Konunun özetine gelecek olursak, sevgili yazar görünen dostlarımıza son sözümüzle makalemizi bitirelim;

“Yapay zekâ senin yerine yazabilir. Ama senin gibi hissedemez. Yazı yazdırmak kolay. Ama oturup kelimelerinle boğuşmak, bazen ağlayarak bazen gülerek yazmak… işte o, hâlâ gerçek yazarlığın ta kendisidir.”

Sevgilerimle..

Emine 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *