Dünya Fani İşsizlik Baki

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Merhaba sevgili okur,
Bu satırlarda sadece kelimeler yok; bir çağrının, bir sorgunun ve belki de bir uyanışın sesi var. Bugün, diplomaların ötesine geçen, sınıf duvarlarını aşan, hayatla iç içe geçmiş bir kavramı konuşacağız:  yani eğitimi.
“Eğitim, okuldan mezun olduktan sonra geriye kalan şeydir.” – Albert Einstein
Sahi biz ne zaman öğrenmeyi unuttuk, hatırlayan var mı?
Hani şu defter kenarlarına yıldızlar, uçaklar, kalpler çizerdik ya... Şimdi onların yerinde dört yanlış bir doğruyu götürüyor. Hayal kurmak hâlâ serbest ama “soru kökünü dikkatli okuyunuz.”
Eğitim sistemi dediğin şey resmen bir sıralama oyunu. Ve biz? Biz de bu oyunun içinde kaybolmuş, “sisteme uyan ama uyuyamayan” nesiliz. Lise dört yıl, üniversite dört yıl. Sekiz yıl boyunca oku, sabah akşam sınav çöz, “çalışmazsam çökerim” psikolojisiyle yaşa. Sonra biri geliyor, hiç utanmadan diyor ki:
“Ama sizde tecrübe yok.”
Ee... Okurken CEO’luk da mı yapacaktık? Yani sabah derse girip akşam holding mi yönetmeliydim, onu mu diyorsunuz?
Sistem zaten başlı başına bir senaryo filmi.
Sabah sekiz, akşam dört. Aynı sıraya otur, aynı konuyu dinle, ezberle, yaz, sonra da “başarılı öğrenci” rozetini tak.
Ama kimse sormuyor: “Bu çocuk bu bilgiyi nerede kullanacak?”
Cevap belli: Hiçbir yerde.
Ezberle – yaz – unut.
Kısır döngünün patentini almışız resmen!
Teknolojiye bakış açımız da şahane:
PowerPoint açınca “teknolojik okul” oluyoruz.
Tebeşir yerini USB’ye bıraktı ama mantalite hâlâ “sayfa 78'i açın.”
Ama hâlâ banka faizi nasıl hesaplanır, vergi nedir, sözleşme nasıl okunur bilmiyoruz.
Dilekçe yazamayan mezunlar var ama logaritmayı çatır çatır çözüyor.
Valla kusura bakmayın ama hayatı logaritma değil, dilekçe kurtarıyor!
Her ay deneme, her yıl sıralama.
YKS’ye giriyorsun, kafayı bırakıyorsun.
Sonra üniversite…
Dört yıl boyunca bölümünü okuyorsun, proje yapıyorsun, “Hocam bu ödevde ne yapacağımızı tam anlayamadım” moduna giriyorsun.
Mezun olunca da sektör diyor ki:
“Kusura bakma, biz bu CV’yi beğenmedik.”
Ne yapalım yani? Diplomanın barkodunu okutalım da iade mi alalım?
Üniversiteler desen zaten otomatik pilota bağlamış.
Hoca geliyor, “slaytı okudum, şimdi sizden sunum bekliyorum.”
Öğrenci “yeter ki mezun olayım da…” diye sabır taşı gibi oturuyor.
Eğitim değil, sabır eğitimi adeta.
Mezun olana kadar “katlanma süresi” yaşanıyor.
Diploma mı? O da bir çeşit “sabrın belgesi.”

Sonrası?
İşsizlik.
Ya da “alan dışı iş.”
Ya da “yurt dışına gitti, geri dönmedi.”
Yani sistemin yetiştirdiği öğrenciyi, sistemin kendisi bile istemiyor.
Bir garip ironi!
Bir de şu çok önemli soru:
Herkes üniversite okumak zorunda mı?
Valla bazen düşünüyorum da, “okumak mı, okutulmak mı?”
Neden meslek liseleri hâlâ arka sıraya oturtuluyor?
Çocuğun elinden tornavidayı alıyoruz, zorla eline paragraf veriyoruz.
Yani illa “okumuş” olsun da ne olursa olsun.
Eğitim, bireyin potansiyelini açığa çıkarmaksa...
Neden hep aynı tip insanlar üretiyoruz?
Kopyala-yapıştır insanlarla doldu raflar.
Sisteme doğuyoruz, sonra ömür boyu onunla savaşıyoruz.
Sonra da büyüklerimiz bize dönüp şöyle diyor:
“Gençlik bozuldu.”
Yok canım biz bozulmadık.
Sadece anlayamadık: Bu sistem bizim için mi var, yoksa biz bu sistemin içinde kaybolmak için mi varız?
Bu yazıyı logaritma çözemediğim için değil, dilekçe yazabildiğim için yazıyorum.
Kusura bakmayın, matematik kalsın. Ben biraz sistemle konuşmak istiyorum. Malum havalar ısındı Silivri de artık sıcaktır bir gezi yapılır.. Haftaya görüşmek üzere....

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *