KUTSAL ANNENİN CANINI SIKAN SEHPA
Bazı olgular hakkında kalemi ele almadan önce, merkeze almamız ve etrafında dönüp dolaşmamız gereken kavramlar vardır. Tıpkı bölme işlemini kavrayabilmek için toplama-çıkarmayı bilmek ya da lezzetli bir yoğurt elde etmek için öncelikle yoğurt mayasına sahip olmak gerektiği gibi. Günümüzün toplumsal meseleleri hakkında yazıp çizmeden önce, dikkati problemi doğuran sebeplere çekmek, çözüm üretmek kadar önemlidir. Yalnızca zarar veren olguya odaklanıp büyük resmi görmezden gelmek, belki yalnızca anı kurtarmaya ve konu hakkında ses çıkarmış olmaya yeterlidir. Ancak toplum olarak ihtiyaç duyulan şey, anı kurtarmanın çok ötesinde bir çaba gerektirir. Hele ki dert edindiğimiz konu, günümüz toplumunun kanayan yaralarından biri olan şiddet ise, farkındalık yaratmak adına bu olguyu her yönüyle ele almak elzemdir.
Şiddet olgusu, etrafında dönüp dolaşarak, her yönüyle düşünülmesi ve bilinenin aksine bilinmeyen yönlerinin konuşulması gereken bir kavramdır. Şiddeti anlamak için toplum yapısını analiz edebilmek, toplumsal roller üzerinden kadını anlatabilmek ve varılmak istenilen yere çocukluk döneminden yola çıkarak ulaşmak farkındalık açısından son derece önemlidir. Yetişkinlik döneminin temellerinin atıldığı çocukluk ve ergenlik dönemine yönelik yapılan araştırmalar, davranışsal olarak birçok çözüm önerisi sunmaktadır. Ancak annelik rolünün şiddet eğilimine olan etkisini göz ardı etmemek gerekir. Şiddetin öğrenilmesi için onu doğrudan deneyimlemek gerekmez. Şiddet eğilimi, bir birey için ilk olarak evde kardeşine ya da okulda arkadaşına karşı sergilenen olumsuz sosyal davranışlarla kendini gösterir.
Bu davranışa sebep olarak ilk akla gelen nedenler ekran bağımlılığı, şiddet içerikli yayınlar ve aile bireylerinin çatışma yaşaması gibi genel olarak kabul edilen etkenlerdir. Evet, teknoloji, sosyalleşme süreci ve çevresel faktörler olumsuz etkendir; ancak bireysel olarak çok masum görünen, etkileri tahmin bile edilemeyen bazı detaylar da vardır. Örneğin, doğdukları andan itibaren çevrelerindeki dünyayı algılamaya ve keşfetmeye çalışan bebeklerin emekleyip ilk adımlarını atarken çarptığı bir sehpaya kızıp, "Hıı seni seni, sen mi acıttın benim oğlumun/kızımın canını? Al sana, ben de sana vuruyorum" diyerek ağlamasını durdurmaya çalışmak, çocuğun zihninde şiddete dair ilk kodları oluşturur. Amacımız, çocuğun kendisini savunmasız hissetmemesi ya da sehpanın cezasını aldığını bilmesi olabilir. Ancak fark edilmeyen gerçek, ağlayan çocuğa teselli olsun diye başka bir eşyaya zarar vermeyi "normal" kabul ettiğimizdir.
Sehpanın canı acımadı; ancak çocuk, çarptığı ve savunmasız duran sehpanın da suçlu olabileceğini ve dayağı hak edebileceğini öğrendi. Oysa niyetimiz çok masumdu, değil mi? Bilinmelidir ki, özellikle hayata hazırladığımız bireyler için üstlendiğimiz annelik görevi "önemli olan niyettir" sloganını kabul etmeyebilir. Sehpa sadece bir örnekti. Amacımız, şiddet olgusunun ardındaki ince ama pek de masum olmayan nedenlere dikkat çekmek ve bu konuya daha derin bir perspektiften bakmaktır.
Kadınlar, toplumun istediğini vermeye her zaman hazırdır. O halde, toplumun ne istediğiyle ilgilenmek gerekmez mi? ‘‘Annelik kutsaldır’’ güzellemesini artık güzel yemek yapmak, evi temiz tutmak ya da zorluklara sessizce dayanmak üzerinden açıklamak yerine, annelerin entelektüel bilgiye, eğitime ve sürekli gelişime dayalı bir beklentiyle süslersek, şiddet olgusunu belki tüm dünyada değil ama ülkemiz gündeminden uzaklaştırmayı başarabiliriz. Kadın eğitildiği ve güçlendirildiği takdirde, şiddete ihtiyaç duymayan mutlu bir toplum hayali kurulabilir. Çünkü mutlu kadınlar, çocuğunun çarptığı sehpa ile kavga etmez!