Arslan, Doğu Türkistan’da Türk ve Müslüman kimlikleri sebebiyle milyonlarca insanın ağır bir asimilasyona maruz bırakıldığını belirterek, dinlerini yaşayamaz hale getirildiklerini ve kültürlerinin unutturulmaya çalışıldığını söyledi. On yıllardır devam eden bu sürecin Doğu Türkistan’ı “adeta bir açık hava işkencehanesine” dönüştürdüğünü ifade eden Arslan, dünya kamuoyunun sessizliğine dikkat çekti.
Doğu Türkistan’ın binlerce yıllık tarihiyle Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayan Arslan, İsa Yusuf Alptekin ve Osman Batur gibi isimlerin bu topraklar için ömürlerini feda ettiğini hatırlattı. 1949 yılında Komünist Çin tarafından işgal edilen bölgenin, özellikle son on yılda baskı ve zulmün en ağır biçimleriyle karşı karşıya kaldığını dile getirdi.

Açıklamada, Çin’in “eğitim kampı” olarak adlandırdığı ancak uluslararası kamuoyunda işkence kampı olarak bilinen merkezlerde milyonlarca Doğu Türkistanlının tutulduğu ifade edildi. Bu kamplarda hayatta kalabilen Uygur Türklerinin, kamp çevresinde kurulan fabrikalarda insanlık dışı koşullarda zorla çalıştırıldıkları, bu yapıların uydu görüntüleriyle dahi tespit edilebildiği belirtildi.
Çin Komünist Partisi’nin, Doğu Türkistanlı erkekleri evlerinden zorla alarak kamplara gönderdikten sonra Uygur ailelerin evlerine Çinli erkekler yerleştirdiği vurgulanan açıklamada, bu uygulamanın insan onurunu ayaklar altına aldığı ifade edildi. Bu kişilerin, dini veya kültürel en küçük ritüeli dahi “radikal” olarak değerlendirip insanların kamplara gönderilmesine zemin hazırladığı kaydedildi.
Açıklamada ayrıca, Doğu Türkistan’daki tarihi ve dini yapıların sistematik biçimde yok edildiği, camilerin kapatıldığı, bazı camilerin otel ve restorana çevrildiği belirtildi. Şehir planlaması ve çevre düzenlemesi gerekçesiyle yüzlerce caminin yıkıldığı, ezanın yasaklandığı, cuma namazına izin verilmediği ve Ramazan ile oruç ibadetlerinin özellikle genç nesillerin hafızasından silinmeye çalışıldığı dile getirildi. Bayramlara ve bayram namazlarına dahi izin verilmediği vurgulandı.
Bölgenin en ücra noktalarının bile kamera sistemleriyle donatıldığına dikkat çeken Arslan, Doğu Türkistan halkının yüksek güvenlik önlemleri altında adeta açık hava hapishanesinde yaşamak zorunda bırakıldığını söyledi. Ekonomik çıkarlar, siyasi dengeler ve stratejik hesaplar gerekçe gösterilerek bu zulmün görmezden gelindiğini ifade eden Arslan, Türkiye’nin de bu sessizliğe büyük oranda dâhil olmasından duyulan rahatsızlığı dile getirdi.
Türkiye’ye çağrıda bulunan Arslan, Türkiye’nin sıradan bir devlet olmadığını, İslam âlemi ve Türk dünyası için umut kapısı olarak görüldüğünü vurguladı. Hiçbir şey yapılamasa dahi Türkiye’ye ulaşabilen Doğu Türkistanlıların ülkede yaşamalarına izin verilmesi gerektiğini belirten Arslan, dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan Doğu Türkistanlıların Türkiye’ye davet edilmesini ve Türkiye’de yaşayan hiçbir Uygur Türk’ün Çin’e iade edilmemesini istedi.
Açıklamada, Türkiye’nin başta Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı olmak üzere tüm uluslararası platformlarda Doğu Türkistan’daki zulmü gündeme taşıması ve somut adımlar atması çağrısı yapıldı. Uluslararası bağımsız gözlemcilerin Doğu Türkistan’ın tüm şehirlerinde serbestçe inceleme yapabilmesi ve “eğitim kampı” olarak tanımlanan işkence merkezlerinin kapılarının dünyaya açılması gerektiği ifade edildi.
Basın açıklaması, Çin’deki insan hakları ihlallerinin, sistematik işkencelerin ve dini yaşama yönelik ağır yasakların artık inkâr edilemez bir gerçek olduğu vurgusuyla sona erdi. ESVAK adına konuşan Semih Arslan, Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü bir kez daha lanetlediklerini belirterek, Doğu Türkistan’ın diğer Türk yurtları gibi bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını temenni ettiklerini söyledi.