İnsan ilişkilerinizi yalnızca kendi bakış açınızdan değerlendirir, sanki sahip olduğunuz her şeye herkes sahipmiş ya da hiç kimsenin sizden farklı deneyimleri yokmuş gibi şekillendirirseniz, gerçek bir bağ kurmanız zorlaşır. Bu durum kendinizi derinlikten ve samimiyetten yoksun bir ilişkiler ağında kaybolmuş gibi hissetmenize neden olabilir.

Bu bakış açısını büyük resmi görerek hayatın her alanına yansıtmanın yanı sıra, günlük yaşam pratiklerinde aramak ve fark etmek, olası krizleri önler niteliktedir. Örneğin, yorucu bir günü geride bırakıp işten eve gelen kadın, “Günün nasıl geçti?” sorusuyla karşılanmayı beklerken, gün boyu yemek yemeye fırsat bulamayan eşi ona “Bu akşam ne yiyoruz?” diye sorabilir ve sofra kurmasını umabilir. Bakınca her ikisinin kendince haklı fakat farklı beklentileri var. Aynı durum, iş hayatında yalnızca kendi sorumluluklarına odaklanıp başkalarının katkılarını göz ardı eden kişi için de çocuklarıyla ilişkilerinde yalnızca kendi doğrularını merkeze alarak onların farklı dünyalarını anlamayan ebeveyn için de geçerlidir.

Haber Resmi

Herkesin farklı hayat deneyimleri ve kendine özgü bir dünyası vardır; bu dünyaları anlamaya çalıştığımızda ancak gerçek bir bağ kurabiliriz. İlişkilere yönelik bu yaklaşım, bireyin “doğrusunu” oluşturur. Doğrunuza sımsıkı sarılmanızı sağlayan şey, yaşanmışlıklarınız, sahip olduğunuz imkanlar ve size özgü bakış açınızdır. Ancak bu doğrulara körü körüne bağlı kalmak, farklı deneyimlere kapalı bir zihniyet oluşturur. Hayatı ve ilişkileri yalnızca kendi penceremizden değerlendirmek, başkalarının değerli tecrübelerini gözden kaçırmamıza yol açar. Bu yüzden, kendi doğrumuzdan ödün vermeden başkalarının dünyalarına empatiyle yaklaşmak hem kendimizi geliştirmemize hem de daha derin ve anlamlı ilişkiler kurmamıza olanak tanır. Çünkü gerçek yakınlık, farklılıkları kabul etmekle başlar. İlişki kurduğunuz kişiyi sahip olduğu şartlar doğrultusunda değerlendirebilmek, iletişim becerileri hakkında ileri düzey bilgiye ya da deneyime sahip olmayı gerektirmez. Aslında, bu anlayış ve empati, insan olmanın temel bir parçasıdır. Herkesin hayatında farklı zorluklar, mücadeleler, kolaylıklar ve sevinçler vardır. Bu yüzden karşınızdaki kişinin durumunu anlamaya çalışmak, onun dünyasına bir adım atmak ve duygularını dinlemek, sağlıklı ve anlamlı ilişkilerin temelidir.

Empati kurmak, bir diğerinin perspektifinden bakabilmeyi; yalnızca iyi bir dinleyici olmayı değil, aynı zamanda o kişinin hislerine ve deneyimlerine değer vermeyi de içerir. Bu tür bir yaklaşım, yüzeysel etkileşimler yerine derin ve samimi bağlar kurmanıza yardımcı olur. Her bireyin kendine özgü bir hikayesi vardır. Bu hikayeyi dinlemek ve (eğer isterseniz) anlamaya çalışmak, ilişkilerinizi güçlendirir. Kendi doğrularımızı bir kenara bırakarak başkalarının deneyimlerine açılmak hem kendimizi hem de başkalarını daha iyi anlamamıza olanak tanır. Böylece, karşılıklı saygı ve anlayışla beslenen ilişkiler kurabiliriz. Özet niteliğinde bir örnek gerekirse, siz kış mevsiminde ulaşım ihtiyacınızı özel aracınızla karşılıyorsunuz diye, varış noktasında olan herkesin tertemiz ayakkabılarla dolaşmasını bekleyemezsiniz. Yol farklı, yolcu farklı, yolculuk şekli farklı olabilir. Aynı şekilde, kendi duygusal yüklerinizi yalnızca kendi bakış açınızla değerlendirerek, karşınızdaki kişilerin de sizinle aynı duygusal dengeyi korumasını bekleyemezsiniz. Bu tür bir beklenti, doğrularınıza bağlı olduğunuzu değil, sahip olduğunuz imkanların ne ilerisine ne de gerisine geçemediğinizi yansıtır. Bunu fark ettiğinizde, kriz veya anlaşmazlık olarak gördüğünüz sorunların aslında yalnızca “anlaşılma” meselesi olduğunu görebilir; aile ortamında, iş yaşantısında, eğitimde ve hayatın her alanında samimiyetle bezenmiş ilişkiler içinde kendinizi bulabilirsiniz.

Bu, “Kimse kimsenin ne çektiğini bilemez; kimse yaşamadan anlayamaz” yakınması içeren bir anlatı değil; kişinin sahip olduğu kolaylıkların dahi düşünce yapısı ve doğruları üzerinde etkili olabileceğine dair bir hatırlatmadır.