AŞK DEĞİL “BUDDY” ARANIYOR!

Bu sabah, ayakkabılarımın topuk sesi kaldırıma tık tık vururken, düşündüm… Bir kadının en büyük özgürlüğü neydi gerçekten? İstediği zaman yön değiştirebilmesi mi? Yoksa aynı sokakta ikinci kez yürüyüp hâlâ şaşıracak bir şeyler bulması mı?
Eskişehir henüz uyanmamışken ben çoktan bir kahve almış, aynaya bakıp “Bugün seni kim kırabilir ki kızım?” demiştim kendime. Yalan. Kıran hep tanıdık oluyor. Ve şehir, o an hiç olmadığı kadar tanıdık geliyor. Bir sokak lambasının altında, eski bir aşkın gölgesiyle yüz yüze gelmek gibi… Hiçbir şey söylemeden geçip giden o an, her şeyi anlatıyor.
Geçtiğimiz hafta, anlık kararlar haftamdı. Saçlarımı kısacık kestirmek istedim ama kuaför yerine eski mesajları kestim. Dostum zannettiğim birkaç isime mesafe koydum. Gönül rahatlığıyla kalbimi açtıklarım vardı mesela, bakışlarını sorguladığım, beni aramayıp başkalarını arayıp yeni yere geçmemi sorgulamalarından sonra “dost muyduk gerçekten?” dedim. Kendime yeni bir playlist yaptım, tam on iki parça. Hepsi “bana bunu neden yaptı?” dedirten türden. En sonunda fark ettim, ilişkiler artık içi boşaltılmış birer dekor. Sevgi desen, bir reklam jingle’ı kadar sahici.
Ve tam bu sırada internette önüme o haber düştü, damadıyla kaçan kaynana. Evet, hayat artık pembe dizilerden daha saçma ilerliyor. “Yasak aşk” kelimesinin bile karizması çizildi. İlişkiler evrim geçirmiyor, bildiğin delirme noktasına gidiyor. Ve biz hâlâ “doğru insanı” arıyoruz. Neydi doğru? Aynı anda aynı kahveyi seviyor olmak mıydı, yoksa aynı yalanı yutmak mı?
Ama belki de mesele doğru kişi değil… Doğru anda, doğru yerde, doğru cümleyi kurabilmek. O an geldiğinde bir yabancının gülümsemesi bile seni iyileştirebilir. Ya da yıllardır tanıdığın biri bir kelimeyle seni yerle bir edebilir. Hayat bu işte. Kimsenin senin kadar dikkatle izlemediği bir film gibisin. Ama sahne senin. Yazıyorsan, varsın. İşte böyle hafif esen rüzgâr saçlarımda ve kirpiklerimde dolanırken kafamda bin bir türlü şeyi geçirirken o an, iç hesaplaşmamın tam ortasında telefonum çalıyor. Arayan yakın bir arkadaşım.
“Ya sana bir şey anlatacağım, çıldıracağım” diyor. Sesinden belli; hem öfkeli, hem kırgın, hem yorgun.
“Ne oldu?” diyorum.
“Ya ben biriyle görüşüyorum… Görüşüyordum daha doğrusu. Ama hani ne olduğumuzu sorunca, kaçtı gitti. Biliyor musun ne dedi bana? ‘Senle aramızda güzel bir enerji var ama buna bir isim koymak istemiyorum.”
Şu söz geldi aklıma “Benim sana verebileceğim çok şey yok aslında. Çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen."
Bende değiştirivereyim onu, aşk maşk ilişki falan yok, Fuckbuddy var seversen, lovebuddy var istersen! Ay tabi bunu söyleyemeyip kendi kendime espri yapıp içimden gülüyorum. Hayır, gülüyorum cidden çünkü ne demek isim koymak istemiyorum ya? Her şeyi yaşa et ama adı yok. Hayret bir şey gerçekten.. Neyse bunu hemen köşeme taşıyayım diyorum içimden, bir ara köşede değinirim bu konuya diyordum unutmuştum bugüne nasipmiş.
Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oluyor tabi. Sonra ekliyor “Ben sadece sevdiğim adamın elini tutmak istedim, sevilmek istedim.. Aşk mı, sevgi mi, ilişki mi… Ne olurdu yani bunun bir adı olsaydı?”
“Ah canım.. Aslında bir adı var bunun” diye geçiriyorum içimden. Adamın fuckbuddysi olmuşsun diyemiyorum ki arkadaşıma, üzülecek üzmek istemiyorum. Ama o adam o kadar görmüş işte.
Derin bir iç çekiyorum. O kadar tanıdık ki bu hikâye… O kadar günümüze ait ki. Çünkü modern çağın ilişkileri artık tanımsızlıkla besleniyor.
Ad koymaktan korkuyor insanlar. Çünkü ad koymak sorumluluk demek. Netlik demek. Bir duruş, bir yön, bir niyet göstergesi… Ama şimdi herkes “belirsizlikte özgürlük” zannediyor ilişkiyi.
Evlilik gibi büyük kavramları geçtim… Artık “sevgiliyiz” demek bile lüks.
Yeni kavramlar böylece türedi hayatımıza, fuckbuddy, lovebuddy, situationship…
Hiç unutmuyorum kaç yıl önce bir tanıdığımın kızı bir gün ortak tanıdığımız birilerini anlatırken “abla onlar fuckbuddy gibi takılıyor sadece. “ dedi.
Bende bilmiyorum ya bu kavramı ilk kez duymuştum “O ne demekmiş ya?” dedim algılayamadım fuckbuddy gibi takılmanın açılımını. Sonra beni aydınlattı. Hatta içimden geçirdim benden yaşça küçük kızın bile nelerden haberi var, ah Emine bir de ilişki yazarı olacaksın! Otur sıfır kızım..
Her neyse dönelim biz buddylerimize.. Nedir bunlar açalım hemen; Fuckbuddy, “Yatak arkadaşı”, “seks arkadaşı”, “duygusal bağsızlık” veya “faydacı yatak dostluğu” anlamına gelen bu terim, iki kişinin cinsel aktivitelerde bulunmak ve erotizm için bir araya geldiği ancak romantik bir ilişki veya taahhüt içermeyen bir durumu tanımlar.
Lovebuddy, En basit tanımıyla sevgilinin bir altı yatak arkadaşının bir üstü. Öyle ortalarda, aralarda, biraz ondan, biraz da bundan bir ilişki ve duygu durumu.
Situationship ise durumsallık olarak da isimlendirilen belirsiz ilişki, iki kişinin içinde bulundukları durumu ifade edememesidir. Bu durum ile karşılaşan kişiler, ilişkilerini karmaşık, bilmiyorum gibi belirsiz ifadeler kullanarak anlatır. Aynı zamanda ilişki içerisinde ciddi adımlar ve gelecek planları da yoktur.
Hepsinin ortak özelliği şu, samimiyetten uzak, yarım kalan, bağ kurmaktan kaçan ilişkiler.
Sadece birlikte vakit geçirmeye dayalı, duyguyu dışarda bırakan, aidiyetsiz bağlar…
Ama garip olan şu ki, insan kalbi hâlâ eski zamanlara ait. Birinin gözünün içine bakmak, elini tutmak, yanında güvende hissetmek istiyor hâlâ.
Oysa günümüz insanı bu ihtiyaçları ‘aşırı’ buluyor. Hemen kaçıyor. Hemen yok oluyor. Böylece buddy buddy yaşayıp gidiyoruz işte.
Ben rüzgâra bıraktığım düşünceler arasında en çok bunu düşündüm o gün, biz ne zaman bu kadar korkak olduk? Ne zaman iki kelime konuşmayı, bir gece uyumadan yazışmayı “aşk” zannettik?
Ve en önemlisi, biz ne zaman sevilmeye değil, “idare edilmeye” razı olduk?
Arkadaşımın sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyor “Ben sadece sevilmek istedim.”
Ne çok kadın, ne çok erkek şu cümleyi kendi kendine fısıldıyor aslında. Ama kimse duymuyor. Çünkü herkes meşgul kendi yalnızlığını süslemekle.
Modern aşk; tanımsız, kırılgan ve kaçmaya hazır bir hale geldi. Ama kalpler hâlâ aynı. Hâlâ güvenmek istiyor. Hâlâ rüzgâra değil, birine yaslanmak istiyor.
Ben bu yazıyı yazarken rüzgâr saçlarımın arasında dolaşmaya devam ediyor. Ama biliyorum… Bir gün, rüzgârdan kaçıp bir elin sıcaklığında duracak hepimizin kalbi.
Ve o zaman, hiçbir “buddy” kavramı anlatamayacak o hissi.
Çünkü adı olacak.
Sevgili okuyucularım, umarım kahvenizi içerken size keyifle eşlik eden bir makale olmuştur.
Sizleri seviyorum, haftaya görüşmek üzere.
Sevgilerimle..