NE ÇIKARSA BAHTIMIZA

YAYINLAMA:

Bu hafta İzmir’e, çok sevdiğim ablamın kızının düğününe gittik. Tam havam değişti oh be derken dönüş yolunda bir telefon!

Tam 3 gün kendimi yataktan çıkaramadım. Hani hep “güçlüsün sen dimdik durursun” mottomuz var ya! Her zaman güçlü olamıyorsunuz işte.. Ya ayrıca sürekli güçlü olmak zorunda da değilim. Her acıyı her üzüntüyü bünye sürekli kaldırmak taşımak zorunda değil. Vücut artık error verir ya, hakikaten error verdi ve ben 3 gün leyla gibi dolaştım. Sanki hayattan güvendiklerimden, beklentilerimden bir kere sağlam bir tokat yedim düştüm ama bugün yeniden ayağa kalktımneyse ki. Çok paylaşmak isterdim sizinle ama maalesef şuan açıklayamıyorum. Her neyse, bu sebeple pazartesi çıkacak yazımı bugün sizlerle ancak paylaşabiliyorum.

Telefon gelmeden önce yolda abimle birlikte uzun uzun sohbet ettik. Arabada yol uzayınca konu da ister istemez dallandı budaklandı. Konu dönüp dolaşıp görücü usulü evliliklere geldi.

Abim tam gaz savunmaya geçti

“Eskiden görücü usulü evlilikler daha uzun sürerdi. İnsanlar tanımadan evlenince evlilik süreçleri boyunca birbirini tanımaya çabalıyordu. Bir bakıyorlardı çoktanyirmi yıl geçmiş…”

Ben de direksiyona değil, abime döndüm

“E tabii tanımak yıllar alıyor olunca, ayrılmak da zor olmuştur!”

Güldük ama hikâye burada bitmedi. Çünkü abim örnek vermeden edemedi. Babaannem ile dedem görücü usulü evlenmiş. Buraya kadar romantik gelebilir ama işin asıl bombası yaş farkında. Babaannesi o zamanlar gencecik 18 yaşında, dedesi ise tam 56 yaşında! Üstelik o dönemde kimse “Bu kız çocuğunu koca adama niye verdiniz?” diye sorgulamamış bile. Dede de fırsat bu fırsat şansına körpe bir kadın çıkmış kaçırır mı? 7 çocuğu kadının kucağına vermiş. Kimsede dedem bir dur sakin ol dememiş! Dede 3 evlilik geçirmiş. Diğer eşlerinden çocuklarını da sayarsak toplam 13çocuğuyla dedemiz guinees rekorlar kitabında yerini almış. Vay be! Dede fena, varsa böyle bildiğiniz dedeler onlara sahip çıkalım.

Düşündüm de… Babaannenin hikâyesini dinlerken kendimi Netflix’te bir Osmanlı dramı izler gibi hissettim. Şimdi olsa sosyal medya yıkılırdı “#KızımızıGeriVerin” diye hashtagaçılır, imza kampanyası başlatılırdı. Ay Netflix deyince aklıma Cem Yılmaz’ın son çıkardığı Erşan Kuner’i geldi aklıma. Cem hikâyeyi duysa “Doyamadım” hikâyesini baştan çekebilirdi.  Her neyse linç yemem herhalde böyle yazdım diye. Hayatın gerçekleri ne yapalım..

Ama o dönemler başka… “Kız kısmı” susar, “erkek kısmı” ne derse o olurmuş. Açıkçası abimin “Eskiden evlilikler uzun sürüyordu” tezine pek katılamadım. Çünkü bana kalırsa uzun sürmesi iyi olduğu anlamına gelmiyor. O yıllarda kadınların çoğu ayrılmayı aklının ucundan bile geçiremezdi. Aileden korkar, eşten korkardı. Bir nevi “katlanma sanatı”ydı evlilik.

Bir de düşünsenize… Hiç görmediğin, tanımadığın biriyle aynı yastığa baş koymak… Resmen “Ne çıkarsa bahtına”lotosu. Hani çocukken sakızdan çıkan sürpriz oyuncaklar vardı ya… Kiminin içinden araba çıkardı, kimininkinden plastik bir top. Aynı o hesap.

Yalnız kendi seçimlerimizin de çok matah olduğu söylenemez. Benim “kendi isteğimle” seçtiklerimde de arıza eksik olmadı. Bir de üstüne seçimi görücü usulüne bırakmak… Vay halimize!

Eskiden bir yastıkta kocamak için gerçekten bir yastıkta susmak gerekiyordu. Şimdi ise bir yastıkta kocamak için “kimin yastığı daha rahat?” tartışması var. Evet, eski evlilikler uzun sürüyordu ama bunun sebebi aşk değil, sabır, katlanma ve alternatiflerin azlığıydı. Şimdiki evliliklerin kısa sürmesinin sebebi ise seçenek bolluğu ve sabır kıtlığı.

Ben yine de görücü usulü devrini kaçırdığım için şükürler olsun diyorum. Bahtıma ne çıkacağını bilmeden imza atmak bana göre değil. Gerçi bu devirde de imza atıyorsun, üç gün sonra yanındaki bambaşka biri çıkabiliyor… Neyse ki artık “tanımadığın adamla evlendirdiler” değil, “tanıdığımısandığım adam bambaşkaymış” diye yanılıyoruz. Kendimizi teselli şeklimiz.

Velhasıl sevgili okuyucularım, özete gelecek olursak eski evliliklerin uzun ömürlü olmasının nedeni büyük aşk değil, büyük mecburiyetti der imzamı atarım. Bugün biz seçimlerimizle yanılıyoruz; dün ise başkalarının seçimleriyle katlanıyorlardı.

Benim tercihim belli sevgili okuyucularım, yanılacaksam da kendi seçtiğim kişiyle yanılmak isterim. Hiç olmazsa “Ne çıkarsa bahtına” değil, “Ben seçtim, dersimi aldım” diye avunayım ne yapayım..

Sevgilerimle…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *