CEO ÇALIŞAN İLİŞKİSİ SKANDALI CABOT’UN BİR LAMBORGHİNİ’Sİ VAR MIDIR?

YAYINLAMA:

Geçenlerde Boston’daki Coldplay konserinde öyle bir sahne yaşandı ki, sahne dediysem, Chris Martin değil konu. Sahneye yansıyan iki kişi.

ABD’li bir teknoloji şirketinin CEO’su Andy Byron ve şirketin İnsan Kaynakları Direktörü Kristin Cabot. Malum o konserlerde “kiss cam” olur ya, işte o dev ekran bu ikiliyi yakalayınca, olanlar oldu. Cabot bir anda yüzünü gizledi, Byron sahneden kaçmaya çalıştı. Kalabalık kahkahaya boğuldu ama sosyal medya pek gülmedi. 

Video viral oldu, CEO’nun eşi Megan Byron soyadını sosyal medyadan kaldırdı, insanlar “sessiz boşanma” diye yorumladı. Kısacası dev ekranda iki saniyelik bir yakınlık, koca bir kariyeri süpürüp attı.

Ardından şirket açıklama yaptı, CEO izne çıkarıldı, soruşturma başlatıldı ve Byron istifasını verdi. Bitti mi? Elbette hayır. 

O konser anı yalnızca kişisel bir panik anı değildi; iş dünyasında yıllardır konuşulmayan ama herkesin az çok bildiği bir konunun yeniden fitilini ateşledi.

 Patron–çalışan ilişkileri.

Gizli saklı yaşanırken sorun yokmuş gibi görünen bu ilişkiler, bir ekrana yansıdığında gerçek yüzünü gösteriyor. Güç, samimiyet, etik… Hepsi birbirine karışıyor.

İşte tam da burada durup düşünmek lazım. Çünkü bu haber bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? Bu şehirde duyduğum o fısıltıları…

 Patronuyla “fazla iyi anlaştığı” söylenen çalışanlar, mesaiden sonra aynı arabaya binenler, ayrıcalıklı olup terfi eden ama nasıl ettiğini kimsenin tam anlamadığı bazı hikâyeler… 

Yani evet, bizde belki kimse dev ekrana yakalanmıyor. Viral olmuyorlar. Hatta çoğu zaman üstü örtülüyor. Ama ofislerdeki hava, kahve molalarındaki imalar, göz ucuyla yapılan bakışmalar, bazen her şeyi anlatıyor. O yüzden işte, bu konser hikâyesi bize uzak değil, sadece daha parıltılı yaşanmış bir versiyonu.

Haberi ilk gördüğümde ister istemez bir gülme geldi.

Ve tabii hemen aklımdan şu soru geçti, acaba Cabot’un da bir Lamborghini’si var mıdır? Ya da hediye yatı katı? Kafamda deli sorular..

Yani neticede şirketin ayrıcalıklı kadınlarından biri… 

Sonuçta her aşk platonik bitmiyor değil mi?

Tabii ki kimseye “sen kimle ne yaşıyorsun” deme hakkımız yok. Herkesin özel hayatı kendine. Ama mesele aşk değil, mesele adalet duygusu. 

Patron bir çalışanla ilişki yaşıyorsa, ister istemez diğer çalışanlar bunu sorgular. Terfiler, övgüler, fırsatlar acaba gerçekten mi, yoksa duygusal bağ nedeniyle mi? Bu belirsizlik en çok da iş yerindeki motivasyonu öldürür. Çünkü insanlar eşitlik ister. Aynı emekle, aynı fırsatı bekler. Biri sadece yakınlığıyla bir adım öne geçiyorsa, geride kalanlar için sistem zaten çökmüştür.

İlişki olabilir, insanız. Ama bunun yolu bellidir. Şeffaf olmak. Profesyonel sınırları korumak. Gerekirse pozisyon değişikliği yapmak. Ama saklamak, gizlemek, inkâr etmek… İşte en büyük yangınlar hep o gizli ateşlerden çıkar.

Coldplay konserindeki görüntüler belki birkaç saniyelikti ama etkisi yıllar sürecek. Çünkü aşk varsa bile, o aşkın gölgesi koskoca bir şirketin üzerine düştü. Ve evet, benzer gölgeler bizim küçük şehirde de var. Belki ışık tutulmuyor, ama herkes az çok farkında.

Sizce patron–çalışan ilişkisi özel hayattır deyip geçmeli miyiz? 

Ama gelin bu hikâyeye sadece bir aşk hikâyesiymiş gibi bakmayalım. Çünkü bu, romantik bir kaçamak değil; düpedüz bir ihanet. Ve her ihanette olduğu gibi, birileri dışarıda bırakılıyor, birileri kandırılıyor, birileri olan bitenden bihaber bir şekilde iyi niyetli hayatını sürdürmeye devam ediyor.

Düşünsenize… 

Byron’un eşi, bu sahneyi Coldplay konserinde bir anda öğrenebildi. Belki kalbi kırıldı ama en azından gözleri açıldı.

Yani bir nevi şanslıydı. Acıyı yaşadı ama kandırılmaktan kurtuldu.

Peki ya hâlâ hiçbir şeyden haberi olmayanlar?

Yıllardır aynı yastığa baş koyduğu adamın, ofiste başka bir hayata göz kırptığını bilmeden yaşayan kadınlar? Bir gün iş yerindeki terfileri sorgularken, aslında hayatındaki adamın başka biriyle bir süredir duygusal (veya duygusuz) bir paralel hayat yaşadığını hiç öğrenemeyenler?

Elbette burada sadece aldatılan eşin hikâyesi yok. O ekranda yansıyan sahne sadece bir evliliği değil, belki de bir ofisin dengelerini de sarstı.

Peki ya o şirkette gerçekten mesleğine kafa patlatan, sabahlara kadar çalışan, alnının teriyle bir yerlere gelen insanlar?

Onlar ne hissediyor?

Birileri duygusal yakınlık kurdu diye terfilerin, fırsatların, projelerin o yakınlığa göre dağıtılması adalet mi?

Ofiste biri ilişki yaşıyor diye diğerlerinin çabası niye gölgeleniyor?

O ilişki birilerini yükseltiyorsa, başka birilerini de sessizce eziyor olabilir.

Ve bu, yalnızca romantik bir tercih değil; düpedüz bir adaletsizliktir.

Çünkü kimse iş yerinde sevilmediği için değil, hak ettiği halde “seçilmediği” için üzülür.

İşte asıl mesele bu.

Biz bu olaylara romantik bir masalmış gibi baktıkça, “Aman canım ne olacak, büyük aşk yaşamışlar” deyip geçtikçe, perde arkasındaki manipülasyonları, kandırmaları ve sessizce ezilen hayatları görmezden gelmiş oluyoruz.

Her şey bir dev ekrana yansımıyor. Ama yansımıyor diye yaşanmıyor anlamına gelmiyor. Bazı hayatlar, arka planı buz gibi olan sahnelerde çöküyor. Ve o sahnelerde başrolü oynayanların aksine, acıyı yaşayanlar figüran bile olamıyor. Çünkü onlar bu oyunun varlığından bile habersiz.

O yüzden mesele aşk değil.

Mesele; gizli kapaklı yürütülen ilişkilerin, hem bir şirket kültürünü hem de bir evliliği, hem bir kadının güvenini hem de bir toplumun adalet duygusunu yerle bir etmesi değil midir?

Sevgilerimle..

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *